Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Portreler: Erdoğan ve Gül

Tayyip Erdoğan: Yeni rejimin ebedi şefi. Sonra dan milli şef de oldu. Müesses nizamcılar içinse ebedi Şeytan. Ne kadar parası olduğu çok tartışıldı ama bir neticeye varılamadı. Bilhassa yoksullar tarafından seviliyor, o yüzden bunun tartışılması normal. Zenginleri tabi ki seviyor, ama bunu Özal’ın aksine söyleyecek kadar şuursuz değil. Kendisi Kızıl Sultana özeniyor olabilir, ama Yavuz benzetmesi daha uygun. İki eksiği var: Saçlarını kazıtması lazım ve küpe takması. Benzetmeyi zorlarsak halifeliği ilanına da şunun şurasında çok kalmadı. Tayyip liseden sonra üniversiteye devam etmedi, çünkü hayatta yapacak daha önemli şeyleri vardı. Abdullah Gül: O gülümseyen yüz neleri saklıyor acaba? Fatih’in meşhur portresini akla getiriyor: Gül bir elindeki gülü koklarken, diğer elinde kamçısını tutuyor. Restoratör ve de milli şef olacak mı? 'Kilise' ile ilişkisi ne? Bunlar henüz cevaplarını arayan sorular. Soruların cevaplardan çok olması onu daha da ürkütücü yapıyor. Maha

Portreler...

Beşir Atalay Her ‘yeni bir demokrasi paketi geliyor’ deyişi, Züğürt ağanın babasının ‘karı isterem’ değişini hatırlatıyor. Sevimli ama gerçeklikten uzak. İlkokulu bitiremedi. Bülent Arınç Daha önce ‘konuşmayı biliyor’ demiştim, eklemeliyim ki ağlamayı ve ağlatmayı da biliyor. Zaten başka yapacak işi gücü olmayan ülke için bulunmaz hint kumaşı. Arap diyarları sakinleşene kadar bodrum katına kilitlenen Kürtlere de ağladı işte. Gözü yaşlı edebiyat öğrencisi, Beyazıt’ta muhafazakar çaycılarda takılır, elinde Sezai Karakoç. Kılıçdaroğlu Devlet dersinden pek iyi ile geçen devlet memuru. Dersim sorununa verilen ironik bir yanıt gibi. Taşra okulunun doğru Ahmet’i, ama sonra Ankaraya taşınınca kendini öğrenmeye kapattı. Yaşı hep 55. Biraz büyüseydi ögrenmeyi de öğrenirdi. AKP (tüzel kişilik olarak): ‘Mış’ gibi yapmayı bilen. Kürt sorunu 'yokmuş’ gibi yapıyor, ekonomi 'süpermiş’ gibi yapıyor, Ortadoğuda 'lidermiş’ gibi yapıyor… Güzel ve derinlikli sorunun spekülatif yanıtı

memur-şair

Hani bir adam var, Ankara’da oturuyor. Daireden çıkınca Sakarya’da hep takıldığı bir birahane var, işte orda bi kaç bira içiyor, sonra da sanırım eve gidiyor -bunu tam olarak kimse bilemedi- Yani bu aslında bi klişe ama Faruk abinin de gidip bizzat görüp tespit ettiği gibi böyle çok adam var. bunlar ekseriyetle tek başlarına oturup bira ve sigara içip, kalabalıkları izliyorlar. Önlerinde de bir küçük kağıt parçası mı var ne? Söylemeye gerek yok ki, bu adam şair aslında, yani şair derken şiir yazıyor, işte her gün olmasa da bazen bir ilham perisi iki yudum birasına eşlik ederse bir şeyler çiziktiriyor. Bu adam Siyasal Bilgileri bitirdi 12 Eylül’den sonra, şimdi Maliye’de müdür. Maliye’de olmasa da ona benzer bir yerde. Hatta ayıptır söylemesi parasını kendi cebinden çıkarıp verdiği bir şiir kitabı bile var.  - benim eski bir ev arkadaşımın böyle hayatta tek şiir kitabı basmış adamların kitaplarını toplamak gibi acaip bir merakı vardı. Bence böyle bi koleksiyon dünyanın hem en sıkıcı hem

Murat Belge'ye küçük bir sataşma

Benim aksime Murat Belge’nin yeni kitabına (‘Militarist Modernleşme: Almanya, Japonya ve Türkiye’) bakmakla yetinmeyip biraz da okuyanlara iki sorum var - özür dilerim ben eskiden kendisini biraz okumuştum ama artık kafam almıyor-: 1. Kitapta İtalya, Hindistan ve Yunanistan’dan da ziyadesiyle bahsedilmiş. Yani aslında eldeki 3 örnek, Almanya, Türkiye ve Japonya, diğer 3 örnekle kıyaslanmış. E peki onların isimleri neden kapağa konulmamış, onların başı kel mi? Onlar ‘tarihsiz uluslar’ mı (see Engels), üçüncü beşinci dünyalar mı? (Bu sorumu gereksiz bulanlara, Belge’nin bir kac ay önce Yunanistan krizi ile ilgili yazdığı yazıyı salık veririm)  2. Sayın büyüğümüz Belge’nin böyle epik boyutta ve içerikte bir kitabı yazmış olmasının şaşkınlığıyla - itiraf ediyorum akademik bir hastalıkla - kaynakça bölümüne baktım. Enteresan şu ki, kaynakların yalan söylemeyeyim saymadım ama, tahminen yarısından fazlası Türkiye ile ilgiliydi!! E garip değil mi? O kadar ülke var, Murat abi o kadar malumatı -

rozet ve dil surcmesi

Eger bugun mecliste oynanan oyun siyah beyaz bir filmse Ertugrul abimizin yakasindaki o rozet filmi renklendiren tek an oldu. Becerikli bir sair, sirf o noktaya odaklanip cok icli bir siir yazabilirdi. “Askolsun sana cocuk askolsun!” Leyla ablamizin muhtemelen surcen dili ise “tarih melegi”nin siyasi konjonkturden aldigi kucuk ve sevimli bir intikamdi. Benjamin yasiyor olsaydi o ana odaklanip tarih uzerine tezlerine rahatlikla devam edebilirdi.. Ikisine de askolsun ki su ugursuz 2011 yilindan bize hatirlamaya deger iki an armagan ettiler…

Uzun Sonbahar'a giris notlari

- radikal’in zaman’lasmasi. her konuda hukumetin apolojisini yapma isi, akif beki’nin kosesinden mansetlere tasindi. son donem kurt sorunu haberleri kotu niyetli ve tarafgir. psikolojik savas icin zaten hukumetin elinde yeterince gazete yok mu?  - Bir gazetemiz bile yok, anliyor musunuz? -akif beki’yi gecen akmerkez’de gordum. yani bu yeni islami elitin ahmet hakan’dan farki nisantasi yerine akmerkez’de takilmak midir? ayrica kendisi ve surekasinda para bulmus taze futbolcu havasi yok degildi. neyse, bir sure sonra herhalde paralarini da iktidarlarini da sindirirler. - bir zamanlar anadolu: bu sonbaharin ilk guzel seyi. NBC bu kez iyi is cikarmis. Uc maymun’da NBC’nin baska dunyalara (baldiriciplaklarin dunyasi) girmeye calismasini, Iklimler’de de kendi ic dunyasini sevmemistik. NBC bu kez, biraz da yardimla, guzel bir tasra hikayesi cikarmis. Biraz sahici ve icerden bir senaryo, biraz yilmaz erdogan/ercan kesal’li saglam bi cast biraz da turk aydininin imdadina her zaman yetisen rus e

Orhan Pamuk: Saf ve dusunceli romanci

Pamuk Harward’da verdigi konferansta saf ve dusunceli romancilar ayrimi yapiyor, ve kendisini ortaya bir yerlere yerlestiriyor. (Ayrimin anlamini bana anlattirmayin, gidin okuyun!) Hatta daha da oteye gidip bunu iyi romanin olcutu haline getiriyor. Ama bence roman ve romancilik uzerine verdigi bu uzun lecture’in kendisi Pamuk’un saf filan degil, dupeduz “dusunceli” bir romanci oldugunun kaniti. Bunu kendisi de kabul etsin, sonra hepimiz isimize bakalim, olur mu? 

Eagleton: Marx neden hakliydi?

Prens Charles “O korkunc Terry Eagleton mi?” diye sormustu. Korkunc Terry’den olumlu anlamda “korkunc” bir marksizm savunusu. Keyifli bir pazar aksami okumasi. Marks hakli miydi, sorusuna bence en iyi cevabi bir edebiyat profesoru verebilirdi zaten. Sarki dinler gibi okuyun… 

Kim kor etti senin gozunu?

AKP Turkiye elitlerinin yonetme yetenegine hic mi katki yapmadi? Bence yapti. Express’in son sayisinda Hopa olaylari uzerine Basaran Aksu ile yapilan roportajdaki su kelimeler bence sorunun cevabini ozetliyor: "Cocuklari dovuyorlar gozumun onunde, badem biyikli bir polis gelmis, "nerden cikariyorsunuz, kim dovuyor?" diyor. Kim kor etti senin gozunu?"

>> Ece Temelkuran: Sinifsiz domates

Link: >> Ece Temelkuran: Sinifsiz domates Ece’den yersiz bir yazi geldi. Bu “temizlikci kadin” mevzusu ile ilgili daha once Hasan Bulent de sacma sapan bi yazi yasmisti. Benim solcu entelektuellerden nacizane ricam ozel hayatlarindan politik derslerle dopdolu yazi cikarmaya calismasinlar. Olmuyor… Gene kurt sorunu, akp filan o konularla ilgili solduyulu yazilar yazsinlar, bence yeter. Ece’ye sorum: MAdem utaniyosun neden yapiyosun, utanacaksan yapma. Hadi ille de yapacaksin, olabilir insanlik hali, neden bunu yaziyosun? Burdan biz okuyucu olarak ne ogrenebiliriz ki? Ikincisi ve daha onemlisi Ece’nin acilen bir isci sinifi kulturu uzerine okuma yapmaya ihtiyaci var: Emekciler boyle hayvanlardir iste, bir aylik maaslariyla ayakkabi alan patronlarini dusunup onlara domates gonderirler. Bunda yadirganacak degil, ogrenilecek bir seyler olsa gerek…  

okumaya devam ettik...

Oku, dediler; okuduk: - Roportaj Yazarliginda 60 Yil, Yasar Kemal, Yapi Kredi Yayinlari. Yasar Kemal sevenler, sosyal bilimciler ve gazetecilikle ilgili guzel ornek isteyenler icin ideal. Ben sahsen Kemal’in roportajciligini bilmiyordum. 1950’lerde saniyorum Cumhuriyet icin yaptigi roportajlar toplanmis. Antep kacakcilari, ormancilar ve orman koyluleri, istanbul’daki lufer akini ve daha baska konularda yazilmis enfes oyku/haberler aslinda bunlar. Kemal, 1. roportajciligin “bal gibi” edebiyat oldugunu, 2. roporajcilik ihmal edildigi icin Turkiye’de gazeteciligin geri kaldigini, 3. buna karsin batida gazeteciligin gitgide roportaj gazeteciligine donustugunu soyluyor. Bir de haberin ozune inmenin, insanlari/olaylari edebiyat yoluyla yeniden yaratmaktan gectigini. Turk basini ofke, siddet, irkcilik, abarti, yuzeysellik ve cehaletle dopdolu. Soluk almak icin bunu okuyun. - Yeraltinda Bes Yil: 12 Eylul Anilari, Yasar Ayasli. Oguzhan Muftuoglu’ndan sonra Yasar Ayasli da yazdi. Solun en radika

Uzun sonbahar...

- baris cogu zaman tercihten degil zorunluluktan dogar. gidis oraya. - iki dusman ancak birbirilerinin gucunu ya da gucsuzlugunu ferkettiklerinde barisirlar. bi taraf kendini daha guclu hissediyorsa savas bitmemistir. - turk halki ekseriyetle hafizasizlikla malul oldugundan 90’lari unuttu. tekrar hatirlamadan baris olmaz, meselenin ozu budur. - mesele savas mi baris mi degil, kurtleri diz cokturtmektir. iste ondan sonra majestelerinin barisi gundeme gelecek. - ortada bu kadar savas isteyen adam ve kadin varken, baris olmaz ki! - muhtemelen son ve buyuk carpisma olacak bu sonbahar. yani, UZUN SONBAHAR!  - nereye mi kadar? herkes, ape musa’nin dedigi gibi, “xwede, edi bese lo!” diyene kadar.

gece kutuphanesi

gece her daim acik olan bir kutuphane fena mi olurdu? uykusu kacan ademogullari bir yuruyuse cikar sonra orda huzura kavusur uc bes sayfa okurlardi… ahh ah.

'yargi meselesi hallondu': Hakim beyden yarginin arkeolojisi

Orhan Gazi Ertekin’in kitabinin basligi bu. HSYK secimlerini odak aliyor ama daha genel olarak yargidaki iktidar degisimini analiz ediyor. Ertekin Demokrat Yargi Dernegi’nin eski esbaskani (Osman Can’la beraber) ve yeni baskani. Referandumda “yetmez ama evet”, dedi. Beypazari hakimi. Bunun otesinde ve bundan daha onemli olarak hakim bey olaylarin gobeginden bildiriyor. Bence iyi bir politik analiz icin (Lenin’in degisiyle ‘somut durumun somut analizi’) uc sey gerekir: a. aktorlere, onlarin konumlanislarina ve hareket alanlarina dair guncel bilgi. b. aktorlerin olasi davranislari, egilimleri, yonleri vs. uzerine derinlemesine bir kavrayis.  c. ve butun bunlarin anlasilabilmesi icin gerekli bir kuramsal cerceve, ki bu hikayenin catisini olusturuyor. Tabii, bunun icin biraz tarih bilgisi ve anlayisi sart.  Ertekinin kitabi bu uc acidan da ziyadesiyle basarili. Kafa aciyor. "Bizim" yani siyaseti egitimini solun icinde almis insanlar icin ekstra faydali oldugunu soylemek de mumkun
artik biri bi “ogretmen cocugu” romani yazsa ya! nobel almazsa da cok satacagi muhakkak…

Siyaset yapacak olana kadro önerisi

Siyasette birşeyler yapacaksınız ya da yapmaya mı niyetlisiniz? O vakit bir kadroya ihtiyacınız olacak. Bu durumda size önerim tarihçileri ve siyaset bilimcileri asla dikkate almayınız. İhtiyacınız olan öncelikle sağlam bir iki ideologtur, ki bu size ihtiyacınız olan ve muhtemelen damarlarınızda eksik olan enerjiyi ve heyecanı verecektir. Gaza gelmek ve getirmek hayatta bir şeyler yapmak için olmazsa olmazdır. Tarihçiler muhtemelen ihtiyacınız olan hiçbir şeyi söylemeyeceklerdir. Çünkü onların yöntemleri doğal olarak ya çok kısa ya da çok uzun dönemli eğilimlere -at best- odaklanmıştır. Bırakınız kendi bahçelerinde oynasınlar… Siyaset bilimcilere gelince onlara ne sizin ne de başkalarının ihtiyacı vardır ve de olacaktır. Zaten adam olacak çocuk siyaset üzerine düşüneceğine gider adam gibi siyaset yapar. İlle de ısrar ederseniz, gidin yaşını başını almış içgörüleri kuvvetli bir siyasetçi bulun onun hikayelerini dinleyin, ki daha öğretici olacaktır. Ama size ideolog yetmez, çünkü lafla p

Allahlar susadılar!

- Allahlar susadılar ve onlar bir gıdım su ile doymazlar. - Aziz Yıldırım bütün sevimsizliğine rağmen sıradaki kurban rolünü oynayıverdi. Eminim kendi de buna şaşırmiıştır. Sürpriz mi? Değil. Zaten böyledir, tarihte bazen güncellik kendini “ilahi adalet” olarak sunabilir. Ama bu durumda da herşey bütünüyle rastlantısal değildir. Şike olayında da ergenekonda da aynı şey geçerli. Yeni rejimin kendini futbol gibi kitlelerin cüzdanları ile kalbini birbirine bağlayan bir mecrada da tesis etmesi kacınılmazdı. Yalan değil, ben bi kaç ay önce düşündüydüm, hayırdır kimse hala bu aziz yıldırım’a dokunmuyor, diye. Sevinçli miyim? Belki biraz. Ama böyle muallakta olduğumuz zamanlarda her sevinç buruk oluyor. - Allahlar susadılar ve ikinci kurban gene tabi ki “usual suspect” Kürtler olacak. Zaten bu Türk siyasetinin yazılmamış “iron law”udur. Ne zaman bir otokrat başa gelir, kabak onların başına patlar. Abdülhamit, Atatürk, İnönü, Tayyip… Neden? Çünkü: "onlar ki toprakta karınca suda balık, ha

proust'un "tebessum"u

Bir tebessumu boyle cozumleyebilen adamin sirti yere gelmez hayatta: ”.. son derece alcakgonullu, sefkat dolu bir insandi ve baskalarina besledigi seygiyle kendi sahsina, kendi acilarina karsi aldirissizligi, daima bakislarinda bir tebessumde toplanirdi; bu tebessum, cogu insanin cehresinde gorulenin tersine, sadece kendisine yonelen bir alay icerir, bizlere ise, sevdiklerine ancak tutkuyla ve oksayarak bakabilen gozlerinden bir opucuk yollardi adeta.”

basladim

dun gece 10 sayfa proust okudum. vallahi guzelmis. bence gerisi gelir. ne dersiniz?

Murat Belge: Putlar artık kendini kendini yıkıyor

- Belge: Türk sol entelijansiyasının büyük hocası. Bir çeşit şair-i azam. Çokları onun paltosundan çıktılar. Şimdi hayıflanıyolar mı acaba? - Başlangıçta Marx vardı. Çok yazdı, okuduk. Okuyanların arasından dünyanın çivisini yeniden çakmaya koyulanlar oldu ve tabii hayal kırıklığına uğrayanlar da. Sonra onlardan bazıları kendilerinden kuşku duymaya başladılar. Olur böyle şeyler… Ve onların içinden de bazıları düşmanlarına aşık oldular: Stockholm Sendromu. Belge’nin “bu ülkede muhafazakar olmak için devrim yapmak lazımmış” lafını başka türlü okumak mümkün mü? Belge, Türk sağında gizli ve derin bir hikmet bulunduğuna inanan adam. - Belge kendini hala komünist zanneden eski solcu. Hala solcu kalanlara karşı içinde çok derinlerde nefret biriktirmiş biri. Aynı zamanda büyük bir ego-santrik. Metin Lokumcu’nun “çevresinin çevresinden” Ergenekon’a varmak için Belge gibi dahi olmak gerekir. Ancak hocalığının yüzü suyu hürmetine kendisinden biraz basiret, biraz anlayış derinliği, biraz akıl-fiki

Culhaoglu'na yanit: Klavuzu karga olanin

Metin Culhaoglu Sol’da bugun son yazdigim tkp notlarinin uzerine neredeyse cevap gibi bi yazi yazmis. Soyle yorumlayabilirim: - Culhaoglu tkp’nin Mumtaz Soysal’idir. Bugunun kosullarinda Mumtaz Soysal’dan daha anlamli oldugunu kimse iddia edemez. - Baykal’in chp ile ilgili soyledikleri ile Culhaoglu’nun tkp uzerine yazdiklari temelde ayni sey: Muhafazakar, siyaseten arkaik ve tepkici. - Tkp kendi Kilicdaroglu’sunu bulabilecek mi? Meselenin ozu budur. - Culhaoglu iyi bir yazar ama kotu bir siyasetcidir. Hayatini “dogruda durma” refleksi uzerine kurmus birinden zihin acici acilim beklemek bos bi cabadir. - Son 10 senede hicbir siyasi basarisi olmayan bir partinin herseyden once kendini koruma refleksi koymasi gerileticidir, gericidir. - Bugun ve her zaman radikal bir sosyalizm yorumu ile guncel/gercekci/somut acilimlari/ilerlemeleri birlestirmek mumkundur. Bunun icin gereken biraz gercekcilik/devrimcilik/elindeki ile yetinmeme ve hayata karsi iyimserliktir. - Solcularin “ulema ne der” so

tkp uzerine: "Olmayinca olmuyor" demek de bir erdemdir

- tkp 500 bin oy alsaydi sevinirdim, ama tkp 60 bin oy aldi gene sevindim! en tehlikelisi tkp’nin 100 bin almasi ve bunun da basari diye yutturulmasi olurdu. - Sevindim, cunku ben TKP’yi, bu vurgumu bazilari hafif bazilari gereksiz fazla bulacak ama, hala onemsiyorum. olay sudur: bence TKP’nin 2002 secimlerinden bu yana yapmadigi siyasi elestiriyi ve sorgulamayi artik yapmasi gerekiyor. Bu tur bi dis soka ihtiyaci vardi ve geldi. Lutfen artik silkinsinler ve nerde hata yaptik diye sorgulasilar. Ama kalkip, “siyasetimizi halka goturemedik, temas ve iletisim sorunumuz var, orgut soyle/boyle, ama turkiye daha kotuye gidiyo, gorevlerimiz agirlasiyor” demesinler. biraz ozelestiri, ac bucuk ya! - akil vermek gibi olmasin ve kimse alinmasin ama bence ise surdan baslamali: TKP secim siyaseti ile genel siyasetini birbirinden ayirmali. Secim eninde sonunda cok ozel, kendi dinamikleri olan bir olaydir. egri oturalim dogru konusalim tkp gibi radikal bir partinin reel politik davranis kalibi yaygin

neyse ki bitti

a dostlar, bi secim daha ustumuzden gecti. aklimizda kalanlar: twitter secim gecesine renk katti, roj tv den sandik sandik bilgilendik. ama bi de isin diger yani var ki, teknoloji sayesinde eskiden sabahlara kadar suren secim gecelerinden mahrumuz artik. lanet olasica iki saatte hersey bitti. neyse ki secim gene secim, kafamiz igfal edildi, ama fena da eglenmedik. Sonucta gene kaybettik. ne zaman kazanmistik ki? bence bu is parlamenterist yollarla olmaz, artik leninist, fokocu, blankici, sivil inisiyatif filan elde ne varsa baska yollar deneyelim. her turlu eglenceli ama insan arada “sarki dinlemek degil sarki soylemek istiyor”… alin size bi iki not: - Secimden once asagi yukari ne olacagi belliyken muthis heyecan vardi. Sonra asagi yukari olacagi tahmin edilen oldu, ama heyecan dinmedi. Enteresan degil mi? Pek cok kisi sanki dunyanin en acaip seyi olmus gibi davraniyor. Memleketim okumus yazmislarinin gerceklige gosterdigi bu direnc takdire sayan: Hala “nerde bu iki kisiden biri” diye

ne okudum?

bi suredir taze taze listesini bosladim. alin size bir iki not: - can kozanoglu- Acemi Egitimi: Yaratici otobiyografi yazimi bakimindan ornek teskil edecek nitelikte. “Her otobiyografi gecmisin biraz yeniden yazilmasidir” fikri en abartili haliyle burada icra edilmis. Okuyun, gulun, neselenin. Ama inanmayin. - oguzhan muftuoglu soylesisi -Bitmeyen Yolculuk: 70’leri ve biraz da 80’leri anlamak isteyenler icin bi must. Biliriz ki, solcular yazmayi sevmezler. Bu soylesi tadinda bi tarih kitabi olmus… Korkmayin duygusal degil, aglamayacaksiniz. Kapagini bir bira ile beraber acin. - emine usakligil - Benim Cumhuriyetim: Kitap olarak kotu, daginik vs.. Otobiyografi yazmanin uzerinde gezindigi bicak sirti cizgide durmuyo, bi o yana bi bu yana dusuyo. Aristokratik duyarliliklar biraz can sikici. Yani aile ici meselelere bazen fazla giriliyo, bana ne kardesim, denilebilir. ayrica benim nacizane arsiv yardimlarim degerlendirilmemis: Kirildim mi? Kesinlikle hayir. Cumhuriyet bir sosyal vakiadir,

eagleton

" Gittigim ilkokuldaki cocuklar bazen o kadar ac olurlardi ki, ogle yemekleri icin topraktan kazarak pancar cikartir, sonra da bunlari okuldaki siralarinin uzerine kusarlardi. Iclerinden bircogu evlerinde alkolizm ve fiziksel vahsetle tanismis olurdu ve karanlik, korkunc cinsel bilgilere sahip olurlardi. Ben bu kabadayilarin arasinda, celimsiz ve yuzu sinirden mosmor kesilmis bir Oliver Twist gibiydim."

meyve tabagi

rafta bi elma gordum ve hemen yedim. ve sonunda anladim. cocukken salonda masanin ya da sehpanin uzerinde duran ici dolu meyve tabaginin zenginlikle iliskili oldugunu dusunmustum. zaten cocukluk tespit ya da gozlem yaptigimiz ama anlamaktan uzak oldugumuz ve bir de elma yemegi hic unutmadigimiz, bir donemdir. masanin uzerindeki meyve tabaginin aslinda meyve yemegi unutmama isteginden dogdugunu bu aksam anladim. gozumuzun onunde dursun ki sik sik yiyelim, neselenelim… iste benim cocuk oldugum yillar, sadece zenginlerin meyve yemeyi unuttugu yillardi. sonra ne mi oldu? postmodernizmle birlikte gozumuz meyveye doydu…

alyosa'nin siiri

gecenin bi vakti. alyosa masanin basinda oturmakta. onunde dagilmis vaziyette kitaplar, defterler. nurdan gurbilek var, eagleton var, tarik ali var, su va bu var. yaninda kulluk. ciddi bi surat ifadesi, elindeki not defterine bi seyler karaliyo. hayrola gene siir mi yaziyosun diyorum. (saka saka “gene” demedim:) hani surattaki ifadeye bakarsan minimum siir yaziyo, degilse yeni bi romanin baslangici. sonra her nasilsa odtu’lu alyosa’nin not defterini okuma gafletinde bulunuyo: "3/8 civata pires eleklerine civata okey takimi sucuk cay salca pul biber peynir deterjan kece iskambil karti” Iste bu alyosa’nin siirinin nasil meydana ciktigidir…

ygs ne?

dun muydu? evet dundu. haberturk’te fatil altayli yarim saat filan ygs’deki sifre olaylarini tartistiktan sonra “ygs ne?” dedi de biraz neselendik! hay sen cok yasa e mi? sahi ygs ne, bi kimiz, ne oluyor? bilen varsa, bana ozet gecsin!

felaket bakan Yildiz

enerji bakaninin nukleer aciklamalari neyi gosteriyor? az-bilgili olmanin zararlarini ve az-bilgili bi adamin bakan olmasinin absurdlugunu… kardesim, birincisi, sigara ictiginde kendine zarar veriyosun, nukleerde muhtemelen baskalari zarar gorecek. ikincisi, ben sana ortalamanin ne anlama geldigini anlayamamissin demedim, buyukluk kavramini anlayamamissin dedim: yanisi su ki, 30 senede bir nukleer kaza oldugu icin neticede ortalama insan omrunu az azaltiyor olabilir, ama bi anda on binlerce insanin anasini aglatiyosun… ustelik muhtemelen baktigin arastirma nukleer kazalrin uzun donemli etkilerine de bakmiyo. muhendislere siyaset yasaklansin kardesim! gitsinler toplama cikarma yapsinlar…

olabilirim

baharin gelisi konusunda acele etmis olabilirim, taraf’in akibeti konusunda erken konusmus olabilirim, zaten ben hep tezcanli bi insan olmus olabilirim, bu blogun bi ise yaradigi konusunda iyimser olabilirim… bos bos blogluyorum o halde olabilirim…

tarih felsefesi

şimdi eski bir ingiliz filminin girişinde tatli bi ingiliz aksaniyla der ki, “the past is a foreign country, they do things differently there”… tarihcilik mesleginin sebebi vesile biraz da bu degil midir? Bilmem ne kadar, ama tahminimce yuz yillarca tarihciler gecmiste olan bitenin bugunden kategorik olarak farkli olduguna iman etmislerdir. Bu inanclarinda samimiler midir, yoksa mesleklerini/varliklarini justify etmeye mi calisiyorlardir, bunu gene ayni sorunun her daim muhatabi olacak entellektuel tarih calisan tarihcilere birakiyorum… buna ek olarak, insan fowles’in da dedigi gibi iflah olmaz bir fail ve benim nacizane katkim olarak bir hikaye arayicisidir! Fowles bunu bir sal metaforu ve mistik bir “ilk kaza” metaforu ile anlatir ki kanimca haklidir. bence son yirmi otuz yilda nasil domatesler ve mandalinalar post modern saldiriya direniyorsalar, tarihciler de varsayimlarina ve sorularina sahip cikmalilar: ama bunu yaparken buyuk teorisyenlerin yaptigi gibi isi edebiyata vurmaktan c

secimler yaklasirken: Artik yeter!

Ben saf bi insan oldugum icin artik su heyecanli devrim/muhalefet gunlerinde doktriner marksistligin ve kendinden menkul orgutculugun sonuna geldigimizi dusunmustum: E yani solun yas ve ruh olarak biraz buyumesi icin bi kirk yil daha mi lazim? Ama bazilari icin birkac bin yil lazim. Merakli okuyucu ornek ister… buyrun, Stefo Benlisoy’un yeniyoldaki yazisinin kisa ozeti icin bkz benlisoy Azizim Benlisoy lutfen somut durumun soyut degil somut analizini yapiniz! Diger ornek usual suspect’ten, tkp’den geliyor, Aydemir Guler, son bir iki yazisinda devrimci sinizmin, kabiz bir diyalektik uslupla yazilmis parlak orneklerini veriyor. Bkz aydemir Benim azizim Guler’e nacizane tavsiyem devrimin guncelligi uzerine daha az, siyasetin guncelligi uzerine daha cok dusununuz! Bottom line: biraz rahatlayin kardesim! Duygularinizi/kalbinizi dinleyin, ki siyaset biraz duygu isidir!

Erdogan'in sayilari

anlatmaya calisirken halkina basarisini cari sayilari kullanan bir basbakan cok uyanik ya da bir sarlatan ps. Erdogan’in kendi iktidari doneminde milli gelirin 3 kat arttigini soylemesi uzerine yazilmistir. TUIK rakamlarinin da gosterdigi gibi milli gelir sabit fiyatlarla asagi yukari yuzde 20 artmistir.

elif shafak: too nice to be true

elif safakin romanciligi uzerine ahkam kesecek degilim , zira simdi ismini bile hatirlamadigim romanlarindan sadece birinin ilk 20 sayfasinin otesine gecememistim. ama bunun bi anlama geldigini ima edecek kadar kibirli degilim zira mesela cok utanarak soylemek istiyorum ki ben Onca Yoksulluk Varken’i de, Tutunamayanlari da, Huzur’u da bitirememis bi adamim. bazen boyle olur: olmayinca olmaz. boyle durumlarda sukun icinde gelecek maclara konsantre olmak gerekir. Neyse efendim, ancak dun Safak’in (Elif diyesim geldi , ama o samimiyete cesaret edemedim!) dun LSE’de konusmasina gittim, kendisini su dunya gozuyle gormus dinlemis bulundum. siyah giyinmisti, yasta gibiydi, guldugunde sanki biri ona gulsun diye iskence ediyomus gibi bir hali vardi. gulmek bir insana bu kadar mi yakismaz? Konusmanin Across the Borders gibi bir temasi vardi, o da kisaca yazarlik deneyiminden soz etti, sonra da sorulara cevaplar verdi. Basindan sonuna ev odevini iyi hazirlamis bir lise ogrencisi, ya da daha iyisi

Koestler ve Sevket Sureyya: "when one burns one's boats, what a very nice fire it makes"

Iki savas arasi donem nev-i sahsina munhasir bir donemdir. Bu donemde komunist hareketin icinde/ kiyisinda/kosesinde konumlanan aydin kusagi da donemin genel karakteristigine uygun olarak bunalimlidir, enteresandir. Sanirim ki Koestler, Aydemir gibi insanlari simdi geriye dogru bakip donek, hain diye yaftalayanlar hep olacak, ama surasi kesin ki bu tipleri anlamadan, 1917 ve biraz oncesinde dogan asagi yukari da 1989’da bittigi kesinlesen, programatik temelleri Komunist enternasyonalde atilan, bir radikal sosyalizm cesidini de anlamak mumkun olmayacak. Asil topugu meselesi… Her davanin inananlari, inanmayanlari ve inanip da sonra hayal kirikligina ugrayanlari sonra da abuk subuk isler yapanlari vardir. zannimca, hayat sadece muminler ve hainlerden ibaret olsaydi daha keyifli olmayacakti. Koestler ve Aydemir sukut-u hayale ugrayanlardir. Bu kimin sucudur? bence herkes biraz sucludur. Bir kere idealisttirler. Genctirler. E dogal olarak heyecanlidirlar… Yeni bi dunya kurulmaktadir. Ikisi

sirri sureyya vekil olur mu?

bir kus kulagima sirri sureyya’nin milletvekilligine aday olabilecegini fisildadi. Istanbul’dan sozgelimi gecen secimde sol camianin beceriksizlikle kacirdigi ikinci bolgeden bagimsiz aday olsa nasil olur? bence kiyak olur. bi de ne olur: birinci TIP”in meclis kursusunden “bu memleketin bu kadar metrekare topragi amerikan isgali altindadir” diyen aybar’indan, cetin altan’indan sonra nihayet o kursuden birileri dogru duzgun iki kelam ederler.