Ana içeriğe atla

Siyaset yapacak olana kadro önerisi

Siyasette birşeyler yapacaksınız ya da yapmaya mı niyetlisiniz? O vakit bir kadroya ihtiyacınız olacak.


Bu durumda size önerim tarihçileri ve siyaset bilimcileri asla dikkate almayınız. İhtiyacınız olan öncelikle sağlam bir iki ideologtur, ki bu size ihtiyacınız olan ve muhtemelen damarlarınızda eksik olan enerjiyi ve heyecanı verecektir. Gaza gelmek ve getirmek hayatta bir şeyler yapmak için olmazsa olmazdır. Tarihçiler muhtemelen ihtiyacınız olan hiçbir şeyi söylemeyeceklerdir. Çünkü onların yöntemleri doğal olarak ya çok kısa ya da çok uzun dönemli eğilimlere -at best- odaklanmıştır. Bırakınız kendi bahçelerinde oynasınlar…


Siyaset bilimcilere gelince onlara ne sizin ne de başkalarının ihtiyacı vardır ve de olacaktır. Zaten adam olacak çocuk siyaset üzerine düşüneceğine gider adam gibi siyaset yapar. İlle de ısrar ederseniz, gidin yaşını başını almış içgörüleri kuvvetli bir siyasetçi bulun onun hikayelerini dinleyin, ki daha öğretici olacaktır.


Ama size ideolog yetmez, çünkü lafla peynir gemisi yürümez. Esaslı aksiyon adamlarına, homo faber’lere ihtiyacınız var. Efficiency bakımından bu kritik. Laf degil iş yapan, olmazı olur eden adam candır, nefes aldırır. Hem böylesi adamlarla arada rakı içmek de keyiflidir. Nitekim siyaset özünde tekrara dayanan ve iç bayıcı bir iştir. Bir iki tane sırtınını dayayacağınız comrade çok iş görür.


İdeologlar, pratisyenler… Yeter mi? Elbette hayır. Size lazım olan iki kişi daha var. Görünmeyeni sadece sezgi ile göremezsiniz. İki analist, yani bir sosyolog ve bir de ekonomist, iyi bir ekip oluşturur. Ama bunların birlikte çalışması lazım ki onları dar kafalı olmayanlardan seçmelisiniz. Öyle sosyologlar vardır ki, iki çift laf ettirmezler, hemen homofobik, cinsiyetçi, şu bu olursunuz. Onlarla hayat geçmez. Aynı şekilde ekonomistlerin ekseriyeti burnunun ucunu göremez, lakin iyisi de iyidir. Intuition’i kuvvetli bir ekonomist kafa açar. Gereksiz sorularla vakit kaybının önüne geçer.


Evet, buraya kadar süper. Ve fakat kadro tamam degil. Nerde vicdan, nerde ruh gözümüz? Şu zalim dünyada kalbinizin ayarını kim tutacak? İşte onun da çözümü güvenilir bir ahlakçıdır. Yani artık meşrebinize göre vicdanına sığınabileceğiniz bir liman. Sartre’in Siyaset Çarkı’nda bu tiple yaşayabileceğiniz ölümcül problemler güzel anlatılmıştır. Ama vazgeçmeyiniz, vazgeçemezsiniz. Neticede bir gün allah verir de iktidara gelirseniz kellesini alacağınız, ve ikinci sınıf entellektüellere “işte devrim kendi evlatlarını yiyor” diye yazdıracağınız harbii bir iki arkadaş bulun.


İşte kadro tamam. İhtiyacınız budur ve elbet biraz da cesaret/zaman/para. Çünkü siyaset özünde işi gücü olmayan, gözünü karartmış küçük burjuvalarn işidir. Gerisi gelecektir.


Siz kim misiniz? Siz muhayyel siyasetçi bütün bu adamların hiçbiri ve hepsisiniz. Metin olun.


image

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk

vicdan

ahlak üzerine çok şey söylenmiştir herhalde, ve ben bu konuda çok da düşünmüş bir kişi değilim. ama şunun farkına vardım: ahlakın olmadığı yerde politika da olmaz. vicdanın olmadığı yerde en doğru söz gevezeliğe dönüşüyor. further readings: 1. Ramonet, “Castro ile Söyleşi” 2. Yıldırım Türker’in tüm yazıları 3. ‘48 Elyazmaları’ndan ilgili bölümler 4. Orhan Kemal’den bir iki öykü vs…

çocukken

Biz çocuktuk, televizyonda aydın güven gürkan konuşuyordu, ya da ercan karakaş ya da hikmet çetin ya da fikri sağlar, ne farkeder, o eski shpliler hep aynı değil miydi zaten? gür bıyıklı, aydınlık bakışlı, güleç yüzlü. güzel insanlardı sanki. çocuktuk ve bize öyle gelmişti. özalın hacıağa kılıklı, kırmızı yanaklı, göbekli, üç kağıtçi tipli bakanlarına (hasan celal güzel mi yoksa?) kıyasla shp’liler mahallenin akıllı uslu geleceği parlak çocuklarıydı sanki. çocukken bağdat’ı canlı yayında bombalıyorlardı biz kahvaltı ederken. özal o zamanlar pek sevilmiyordu. inönü vardı sonra ama ne olduğunu anlamamıştık, boyu uzundu ve garip şakalar yapıyordu. Biz cocuktuk ve sonra pazarları akşam sokakta top oynamaktan gelirdik, ama eve ödev yapmak için değil. bizimkiler izlenecek, sonra spor stüdyosu, sonra banyo ve ödevler yapıldı mı telaşıyla yatak. annemiz şimdiki anneler gibi değildi, ödevlerini yaptın mı diye sormazlardı? çocukken biz, odevini yapan yapardı, adam olacak çocuk olurdu, zorla güz