Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

geleceğe dönüş

Bu şekilde iki tane subjektif göndermeye dayanan, üstelik bayat, bir başlık atmak istemezdim, ama kendimi alamadım, özür dilerim - Neden mi özür diliyorum? Çünkü, içtenlikle, hayatın sadece self-referanslarla yaşanamayacağına, şu kıç kadar dünyanın orasına burasına yayılmış zilyon tane insan ortak bir iki referans yaratamadığı (ki bunun ortalamasına belki objektivite diyebiliriz) için dünyanın bir jungle’a dönmekte olduğuna dair düşünce demeyelim de, işte mütevazi bi kanaatım var da ondan. Yani herkes sadece kendi ağzından çıkanı duyarsa ne kadar yol alabiliriz sevgili okur! Ama nedir, tam da bu (yani sadece kendiyle meşgul olma hali) milli ata sporumuzdur, ve de en alasından yeni anayasa yapılsa da, Türk’ü atıp Türkiyeli tanımını en demokrat hukukçular yapsa ne olur, yapmasa ne olur? Şimdi düşünün ki bu ülkede, dünyanın öküzün boynuzunda durduğu fikrinden daha inandırıcı olmayan nice şeye inanan varillerce insan var. Biz Behzat başkomseri bu yüzden sevmedik mi? Evet bu decade’in lafı,

Yakın geleceğin kısa bir tarihi

Ömer Üründül gibi başlarsak, futbolun enteresan bi oyun olmasi gibi, Türkiye de enteresan bir ülke. Şöyle ki: Herkes her zaman hiçbir şeyin değişmediğini düşünse de, katı olan herşey mütemadiyen buharlaşıyor bu ülkede.  2010 yılı itibariyle, akp’liler sonsuza kadar iktidar olacaklarını, ve onlardan daha ikna olmuş biçimde muhalifler de, özellikle kemalistler, rte’nin yakında padişahlığını iddia edeceğini düşünüyordu. Buna göre her şeyin sonuna gelmiştik, imkanı olanların yapması gereken ülkeyi terketmekti, kalanlar artık meşreplerine göre kendilerine içkiye, platese ya da organik gıda tüketimine verebilirlerdi. Aslında bakarsanız muhaliflerin korkuları tümden haksız çıktı da denemez, rte gerçekten padişah benzeri bi sey oldu, ama şu postmodern çağda ne kadar olabilirse, ve Danimarka kralı ne kadar kralsa artık! İşte tam da bu nokta akp’lilerin ve onların kilisedeki işbirlikçilerinin yanıldıkları nokta oldu: Tarihe biraz lineer bir determinizmle yaklaşmaşları bir facia idi. Buna göre ke

Portreler: Sırrı Süreyya Önder

Sırrı Süreyya Önder Meclis kürsüsünden hafif yana kaykılmış kabadayı duruşuyla, bir kısım tüccar ve eski bürokrata verdiği kısa sosyoloji dersini ‘bunları bir değerlendirin’ diye bitirdiğinde zaman sanki bir an duruverdi. O an kendimizi son iki yüzyıla damga vurmuş bütün sosyal kargaşaların bir özetini izlerken bulduk: Tarihi haklılığına inancından başka kaybedecek bir şeyi olmayan devrimcinin egemen sınıfı küçümseyişi, vakarı ve haklı gururu. Yine meclis konuşmalarının satır aralarına sıkıştırdığı ‘mesele sınıfsaldır’ lafı tarih meleğinin bize göz kırpışı mı, ölülerimize gönderilen bir selam mı? Hiç tanımadığımız ama çok özlediğimiz uzak akrabamız: Onu çok bekledik. Marksist teori ile halk deyişlerini ve de Saidi Nursi’nin kıssalarını aynı potada eritebilen, ve ancak bunu yaparken hile yapıyor gibi görünmeyen. Sırrı hiç okula gitmedi. Neşesini, parıltısını ve anlayış derinliğini koruyabilmesi bundan.