Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk
En son yayınlar

Barnes'ın domuzu

Barnes, Flaubert'in Papağanı (ya da tarihçiliğin eleştirisi): Geçmişi nasıl ele geçiriyoruz? Bunu başarabiliyor muyuz hiç? Ben tıp öğrencisiyken, bir yıl sonu balosunda bazı muzip kişiler salona her yanı yağlar içinde bir domuz yavrusu salmışlardı. Yavru domuz salondakilerin bacakları arasından geçiyor, kendini bir türlü yaklatmıyor ve ciyak ciyak da bağırıyordu. İnsanlar onu yakalayacağım diye yerlere atılıp durdular ve bu arada da kendilerini gülünç duruma düşürdüler. Geçmiş, çoğu kez bu domuz yavrusu gibi davranıyor sanki.

'Rien'

XVI. Louis Bastille'in düştüğü gün, ava gitmiş, sarayına dönmüş, ve günlüğüne şöyle yazmış: 'Rien' (yani "nothing"-hiçbir şey). Ülkenin hiçbiryer olmayan yerinde her gün insanlar öldürülüyor, ve biz eve dönüp günlüklerimize 'rien!' diye not düşüyoruz...

Bir peygamber olarak Etyen Mahçupyan

Mahçupyan ortaokulda ya da lisede karşınıza çıkan münazaracı çocuk.  Erdoğan "düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur" dediğinde apaçık bir gerçeği dile getiriyor, dolayısıyla iflah olmaz bir demagog olarak yanlış bir şey söylemiyordu. Ancak Etyen başka bir şeyi söyleyebilir, ve sizi ikna da edebilir: "Düşünürseniz de Kürt sorunu yoktur!" İtiraf etmeliyim ki, Mahçupyan'ın hikayesini biraz anlamaya çalıştım, ancak sonra vazgeçmettim. Sosyal psikolojiden Osmanlı tarihine uzanan bir delilik. Ancak şurası açık: Bir kere kurulduktan sonra durmayan bir makine gibi, Mahçupyan sizi acımasızca öldürebilir, sonra size tekrar can verebilir ve sonra tekrar öldürebilir. Ve bunu tamamen anlamanızı bekleyecektir. Anlamıyorsanız, bu sadece yeterince demokrat olmadığınız anlamına gelecektir! Mahçupyan bir 'peygamber'. İnançlı biri olduğuna dair elimizde bir veri yok, ancak kendine ve sistemine inancı her türlü hayal gücünün ötesinde. Mahçupyan'ı şaşırtacak bir şey k

Sürecin Kısa Bir Tarihi ya da "Pe Tirka baweri nabe!"

2011 Haziran seçimlerinin hemen ardından başlayan ve bir buçuk yıl kadar süren prematüre ‘devrimci halk savaşı’ dönemi 2013 Newroz’unda Amed’de okunan poetik manifesto ile sona erdi. Ya da şöyle diyelim: 2011 seçimlerini ‘İtilafçılar’ kazandılar, ve o moral ve izansızlıkla yeni bir şiddet festivaliyle bu bir türlü bitmeyen bilmeyen ‘şark’ sorununa bir nokta koymaya yeltendiler. Sonra ne mi oldu? Oslo’dan Srilanka’ya gidelim derken, İrlanda’da buldular kendilerini ve Garry Adams ellerine Öcalan için yazdığı bir mersiyeyi tutuşturdu. Kısa ama etkiliydi.( Sesli tercüme ) Sinikler hiçbir şeye şaşırmazlar. Hayatta bir şeyleri gerçekten değiştirmeye çalışanların ise şaşırmama lüksü yoktur. Her gün yeni bir gün, her olay yenidir. Mesele yeni olanın ne olduğunu ayırdedebilmektir. O yüzden hayata kuşbakışı bakanlar bu yeni dönemi, Kürtler açısından neredeyse 20 yıllık bir barış kontekstine yerleştirmekte zorlanmadılar. Ancak ayağını yere basanlar için durum yepyeni, koşullar umut vericiydi.

Solcu aydınlar Öcalan'ı neden sevmezler?

Aslında solcu aydınlar kimseyi öyle kolay kolay sevmez. Adaletli olalım, kendilerini de sevmezler. Öcalan politika yapar, kelimenin her manasında. Solcu aydın içinse ilkeler daha önemlidir. Köylüdür. Her ne kadar son zamanlarda durum biraz değiştiyse de solcular köylüleri pek sevmez. Solcular herkesi küçümserler, ama Kürt devrimcilerini biraz daha çok. Solcular kendi başarısızlıklarını Öcalan’a projekte ederler: Buna göre Kürdistan’da direnmek kolaydır. Aydınlar sert politikacı sevmezler, Öcalan da ziyadesiyle serttir. Öcalan özgüvenlidir, Murat Belge’yi arayıp da akıl ver demez. Ezilen ulus aydını haddini bilmelidir. Öcalan devletle masaya oturur. Solcular devleti sevmez. Azcık anlarlar belki ama sevmezler. Retorik farklılık vardır.Solcular geçmişi ve yenilgileri yüceltir, Öcalan’ın ise bunlarla pek işi yoktur. Solcular direnmeyi sever. Öcalan ise pragmatiktir (bkz 1999). Öcalan Ortadoğu’ludur. Solcular ise yüz yıldan fazladır batıya bakarlar. Öcalan teori yapar. Solcularsa Türkiyeli

30 Mart vs.: Neler gördük?

"Ateşi ve ihaneti gördük" diyebilirdim, ama yalan olmasın, görmedik. Nitekim barikatlar artık kısa yirminci yüzyıldaki gibi ölümüne kurulmuyor, daha çok savunma amaçlı, biraz çarık çürük ve çoğunlukla da o eski güzel günlere verilen bi selam gibi kuruluyor: Sevimli ve olmalı. Gezi’den sonra: Hayal kırıklığı olmayan hayal kırıklıklıklarını, kızgınlık sayılamayacak öfkelenmeleri ve nefret üretmeyen darılmaları gördük. Sonra bol bol mızmızlık ve sıkılmaca. Şöyle ki: En olmayacak yerde bir şey oldu, ama ondan bile birşey olamadı… Neticede galiba bunu gördük. İtiraf edelim bol bol gürültü patırtı gördük. Ancak parlamenter demokrasinin en basit kural ve kaidelerinin yeni yeni farkedildiği şu günlerde bu normal sayılmalı. İlk kez hangi zarfa hangi kağıdın koyulacağı önceden bu kadar hesaplandı, ilk kez sandık başlarında nöbetler tutuldu, ilk kez ıslak imzalı tutanaklar albümlere konuldu. Ama olsun. Bütün bunlar alay-ı vala ile yapıldı, müşahit yoldaşlar kentin uzak semtlerine gi