"Ateşi ve ihaneti gördük" diyebilirdim, ama yalan olmasın, görmedik. Nitekim barikatlar artık kısa yirminci yüzyıldaki gibi ölümüne kurulmuyor, daha çok savunma amaçlı, biraz çarık çürük ve çoğunlukla da o eski güzel günlere verilen bi selam gibi kuruluyor: Sevimli ve olmalı.
Gezi’den sonra: Hayal kırıklığı olmayan hayal kırıklıklıklarını, kızgınlık sayılamayacak öfkelenmeleri ve nefret üretmeyen darılmaları gördük. Sonra bol bol mızmızlık ve sıkılmaca. Şöyle ki: En olmayacak yerde bir şey oldu, ama ondan bile birşey olamadı… Neticede galiba bunu gördük.
İtiraf edelim bol bol gürültü patırtı gördük. Ancak parlamenter demokrasinin en basit kural ve kaidelerinin yeni yeni farkedildiği şu günlerde bu normal sayılmalı. İlk kez hangi zarfa hangi kağıdın koyulacağı önceden bu kadar hesaplandı, ilk kez sandık başlarında nöbetler tutuldu, ilk kez ıslak imzalı tutanaklar albümlere konuldu. Ama olsun. Bütün bunlar alay-ı vala ile yapıldı, müşahit yoldaşlar kentin uzak semtlerine gidemediler, Şişli ve Kadıköy’de biraz yığılma olurken, Bağcılar’da ne olduğunu bilemedik. Ama bu da olsun.
Atlamayalım: ‘Biz görevimizi yaptık’ denildi ve sonra evlere dönüldü ve kahveler içildi. Ama bu kadarı olmasın! Kimse görevini yapmadığı için bu günlere geldik, bu yüzden hep beraber dileyelim ki: O kahvelere suçluluk duygusu eşlik etsin, üstüne içtikleri su haram olsun, en azından ölü çocuklarımızın kemikleri çürüyene kadar bu memleket rahat uyku uyumasın…
Sonra bu asi Kürt çocuklarının oyları bir CHP’nin cebine konuldu, bir AKP’nin cebine. Sonra tanrılar aralarında anlaşamayınca Kürtler gene bildiklerini okudular. Bu güzel oldu. Nitekim sen elmayı istiyorsun diye elmanın da istemesi şart değil, ki bu da parlamenter demokrasinin bir başka kuralı. Bunu gördük. Olsun. Evet bu olsun.
Sonra entelektüelin egosantrizmini, cesaretsizliğini ve bitmeyen özürlerini gördük. Bana örneklerini saydırmayın, açın facebook sayfalarınızı bakın. Bunları çok fazla gördük, yorulduk.
İçimde kalmasın: Kasım ayının güzel güneşli bir günüydü, “uzak Latin topraklarında kamyon şoförleri başkan oluyor, bizde de eski bir mahpus, eski bir kamyon şoförü, hep aynı yıpranmış deri ceketi giyen adam, varsın başkan olmayıversin, ama en azından olabilecek en güzel seçim yenilgisini bize yaşatsın” dedik, ama sevincimizi kursağımızda bıraktınız. Bırakanların evlerine ateşler salınsın. İşte bu mutlaka olsun…
Belki en çok şunu gördük: Az laf çok iş yapmak lazım. İğneyle kuyu kazmanın haysiyetini görmek lazım. Sandıklardan piyango beklemenin ayıp olduğunu hissetmek lazım. Zalimlerin birbirlerinin suratına fırlattıkları günah dolu tapelerin bizi daha ahlaklı daha iyi yapmayacağınız görmek, bunun üzerine biraz düşünmek lazım.
Gezi’den sonra: Hayal kırıklığı olmayan hayal kırıklıklıklarını, kızgınlık sayılamayacak öfkelenmeleri ve nefret üretmeyen darılmaları gördük. Sonra bol bol mızmızlık ve sıkılmaca. Şöyle ki: En olmayacak yerde bir şey oldu, ama ondan bile birşey olamadı… Neticede galiba bunu gördük.
İtiraf edelim bol bol gürültü patırtı gördük. Ancak parlamenter demokrasinin en basit kural ve kaidelerinin yeni yeni farkedildiği şu günlerde bu normal sayılmalı. İlk kez hangi zarfa hangi kağıdın koyulacağı önceden bu kadar hesaplandı, ilk kez sandık başlarında nöbetler tutuldu, ilk kez ıslak imzalı tutanaklar albümlere konuldu. Ama olsun. Bütün bunlar alay-ı vala ile yapıldı, müşahit yoldaşlar kentin uzak semtlerine gidemediler, Şişli ve Kadıköy’de biraz yığılma olurken, Bağcılar’da ne olduğunu bilemedik. Ama bu da olsun.
Atlamayalım: ‘Biz görevimizi yaptık’ denildi ve sonra evlere dönüldü ve kahveler içildi. Ama bu kadarı olmasın! Kimse görevini yapmadığı için bu günlere geldik, bu yüzden hep beraber dileyelim ki: O kahvelere suçluluk duygusu eşlik etsin, üstüne içtikleri su haram olsun, en azından ölü çocuklarımızın kemikleri çürüyene kadar bu memleket rahat uyku uyumasın…
Sonra bu asi Kürt çocuklarının oyları bir CHP’nin cebine konuldu, bir AKP’nin cebine. Sonra tanrılar aralarında anlaşamayınca Kürtler gene bildiklerini okudular. Bu güzel oldu. Nitekim sen elmayı istiyorsun diye elmanın da istemesi şart değil, ki bu da parlamenter demokrasinin bir başka kuralı. Bunu gördük. Olsun. Evet bu olsun.
Sonra entelektüelin egosantrizmini, cesaretsizliğini ve bitmeyen özürlerini gördük. Bana örneklerini saydırmayın, açın facebook sayfalarınızı bakın. Bunları çok fazla gördük, yorulduk.
İçimde kalmasın: Kasım ayının güzel güneşli bir günüydü, “uzak Latin topraklarında kamyon şoförleri başkan oluyor, bizde de eski bir mahpus, eski bir kamyon şoförü, hep aynı yıpranmış deri ceketi giyen adam, varsın başkan olmayıversin, ama en azından olabilecek en güzel seçim yenilgisini bize yaşatsın” dedik, ama sevincimizi kursağımızda bıraktınız. Bırakanların evlerine ateşler salınsın. İşte bu mutlaka olsun…
Belki en çok şunu gördük: Az laf çok iş yapmak lazım. İğneyle kuyu kazmanın haysiyetini görmek lazım. Sandıklardan piyango beklemenin ayıp olduğunu hissetmek lazım. Zalimlerin birbirlerinin suratına fırlattıkları günah dolu tapelerin bizi daha ahlaklı daha iyi yapmayacağınız görmek, bunun üzerine biraz düşünmek lazım.
Yorumlar