Ana içeriğe atla

30 Mart vs.: Neler gördük?

"Ateşi ve ihaneti gördük" diyebilirdim, ama yalan olmasın, görmedik. Nitekim barikatlar artık kısa yirminci yüzyıldaki gibi ölümüne kurulmuyor, daha çok savunma amaçlı, biraz çarık çürük ve çoğunlukla da o eski güzel günlere verilen bi selam gibi kuruluyor: Sevimli ve olmalı.

Gezi’den sonra: Hayal kırıklığı olmayan hayal kırıklıklıklarını, kızgınlık sayılamayacak öfkelenmeleri ve nefret üretmeyen darılmaları gördük. Sonra bol bol mızmızlık ve sıkılmaca. Şöyle ki: En olmayacak yerde bir şey oldu, ama ondan bile birşey olamadı… Neticede galiba bunu gördük.

İtiraf edelim bol bol gürültü patırtı gördük. Ancak parlamenter demokrasinin en basit kural ve kaidelerinin yeni yeni farkedildiği şu günlerde bu normal sayılmalı. İlk kez hangi zarfa hangi kağıdın koyulacağı önceden bu kadar hesaplandı, ilk kez sandık başlarında nöbetler tutuldu, ilk kez ıslak imzalı tutanaklar albümlere konuldu. Ama olsun. Bütün bunlar alay-ı vala ile yapıldı, müşahit yoldaşlar kentin uzak semtlerine gidemediler, Şişli ve Kadıköy’de biraz yığılma olurken, Bağcılar’da ne olduğunu bilemedik. Ama bu da olsun.

Atlamayalım: ‘Biz görevimizi yaptık’ denildi ve sonra evlere dönüldü ve kahveler içildi. Ama bu kadarı olmasın! Kimse görevini yapmadığı için bu günlere geldik, bu yüzden hep beraber dileyelim ki: O kahvelere suçluluk duygusu eşlik etsin, üstüne içtikleri su haram olsun, en azından ölü çocuklarımızın kemikleri çürüyene kadar bu memleket rahat uyku uyumasın…

Sonra bu asi Kürt çocuklarının oyları bir CHP’nin cebine konuldu, bir AKP’nin cebine. Sonra tanrılar aralarında anlaşamayınca Kürtler gene bildiklerini okudular. Bu güzel oldu. Nitekim sen elmayı istiyorsun diye elmanın da istemesi şart değil, ki bu da parlamenter demokrasinin bir başka kuralı. Bunu gördük. Olsun. Evet bu olsun.

Sonra entelektüelin egosantrizmini, cesaretsizliğini ve bitmeyen özürlerini gördük. Bana örneklerini saydırmayın, açın facebook sayfalarınızı bakın. Bunları çok fazla gördük, yorulduk.

İçimde kalmasın: Kasım ayının güzel güneşli bir günüydü, “uzak Latin topraklarında kamyon şoförleri başkan oluyor, bizde de eski bir mahpus, eski bir kamyon şoförü, hep aynı yıpranmış deri ceketi giyen adam, varsın başkan olmayıversin, ama en azından olabilecek en güzel seçim yenilgisini bize yaşatsın” dedik, ama sevincimizi kursağımızda bıraktınız. Bırakanların evlerine ateşler salınsın. İşte bu mutlaka olsun…

Belki en çok şunu gördük: Az laf çok iş yapmak lazım. İğneyle kuyu kazmanın haysiyetini görmek lazım. Sandıklardan piyango beklemenin ayıp olduğunu hissetmek lazım. Zalimlerin birbirlerinin suratına fırlattıkları günah dolu tapelerin bizi daha ahlaklı daha iyi yapmayacağınız görmek, bunun üzerine biraz düşünmek lazım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

zinde kuvvetler

Bu aralar “zinde kuvvet” lafını biraz sıkça kullanır oldum, düşününce biraz anlamlı da geldi. Aslında bununla demek istediğim “politik toplum”dan başka bir sey değil. Bilindiği gibi zinde kuvvet lafı 1960’ların siyasal jargonundan kalma. Belki geçmişi de vardır ama politikada etkili kesimleri, somut olarak da 60’ların Türkiyesinde ordu, gençlik, aydınlar ve belki o zaman için işçi sınıfının bir kesimini de ifade ediyor. Şimdi kimler bu zinde kuvvetler? Neyse… bu soru bi yana, siyaseti böyle düşünmek demokrasi dediğimiz şey her ne ise onun yarattığı bir ilüzyondan kurtarıyor bizi. Bu ilüzyon şudur: Her birey, belli bir toprağın üzerinde yaşamak yani varolmak nedeniyle otomatik olarak politik kabul edilir ve genel oy hakkı bu varsayımın en somut halidir. Elbette bireylerin politika yapma hakları bir sürü yasa ile mümkün kılınır ama bunun en çok göründüğü an elbette seçimlerdir. Bu esasında güçlü bir ilüzyondur çünkü, bir kere o ülkede yaşayan bir ...

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk...

İran vs. Türkiye

İran’la Türkiye’nin (ve belki başka pek çok ülkenin) ortak noktası şu: Eğitimli, kentli ve iyi gelirli kesimlerin nüfusun gelir kalanı ile mesafesi çok açıldı. Türkiye’de kemalistler ve İran’da reformcular…. Bir orta sınıf krizi yaşıyoruz. Ancak bu tüm toplumun krizine, bir temsiliyet krizine dönüşüyor. Orta sınıfların geleneksel demokratik düzenlerde çok kritik misyonlar vardı, oysa ki. Temsiliyet krizi şu: Bu kesimler siyaset alanında gitgide daha az temsil ediliyor ve kendi temsilcilerini üretemiyorlar. Onyıllardır siyasetin dışında olmanın/kalmanın bedeli. Üstelik gitgide radikalleşiyorlar. Bunun sonu ne olacak? Çoğunluk egemenliğine dayanan plebyen bir faşizm mi, yoksa yoksulları ötekileştiren bir meritokrasi mi? Genel oy hakkı ve merkezi ulus devlet temelindeki birliktelik fikri tartışmaya açılacak mı? Bu basitçe zengin sınıfların re-kompozisyonu ve eski imtiyazlıların imtiyazlarını kaybetmesi değil. Elbette böyle boyutları da var, ama daha ötesi: Ulu...