Ana içeriğe atla

Bir peygamber olarak Etyen Mahçupyan

Mahçupyan ortaokulda ya da lisede karşınıza çıkan münazaracı çocuk. Erdoğan "düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur" dediğinde apaçık bir gerçeği dile getiriyor, dolayısıyla iflah olmaz bir demagog olarak yanlış bir şey söylemiyordu. Ancak Etyen başka bir şeyi söyleyebilir, ve sizi ikna da edebilir: "Düşünürseniz de Kürt sorunu yoktur!"

İtiraf etmeliyim ki, Mahçupyan'ın hikayesini biraz anlamaya çalıştım, ancak sonra vazgeçmettim. Sosyal psikolojiden Osmanlı tarihine uzanan bir delilik. Ancak şurası açık: Bir kere kurulduktan sonra durmayan bir makine gibi, Mahçupyan sizi acımasızca öldürebilir, sonra size tekrar can verebilir ve sonra tekrar öldürebilir. Ve bunu tamamen anlamanızı bekleyecektir. Anlamıyorsanız, bu sadece yeterince demokrat olmadığınız anlamına gelecektir!

Mahçupyan bir 'peygamber'. İnançlı biri olduğuna dair elimizde bir veri yok, ancak kendine ve sistemine inancı her türlü hayal gücünün ötesinde. Mahçupyan'ı şaşırtacak bir şey kolay kolay bulunamaz. Çünkü elindeki tahlil matrisi aslında o kadar esnek ki, kendiyle çeliştiğinde bile bu aslında anlaşılabilir bir durumdur. Mesela, başbakan demokrat değildir, esas olayı otoriterlik de değildir, aslında ataerkildir, bu yüzden zaman zaman demokrat görünebilir, zaman zaman görünmeyebilir. Ancak mesele bu değildir. Erdoğan bir çocuğu elleriyle boğazlayabilir. Ancak mesele bu da değildir. Mahçupyan için AKP ve Erdoğan'ın ne yaptığı, ne söylediği hiç önemli değildir, zira Türkiye'de tarihsel bir olay olmaktadır. O da çevredeki güçlerin merkeze gelmiş olmasıdır. Ancak bunun yanlışlanma olasılığı yoktur, zira olay geniş bir tarihsel planda gerçekleşir ve yapabileceğiniz en iyi şey Mahçupyan'a güvenmekten ibarettir. 

Bütün peygamberler gibi Mahçupyan'ın söylediklerinin kendisinin dışında şahidi yoktur. Şahit ve kanıt kendisidir, ve onun o ifadesiz ve sevgisiz gözlerine baktığınızda ona inanmanızı bekler.

Elbette benzerleri gibi Mahçupyan'ın da bir zaafı var: İktidar zaafı. Gözlerinin parladığı tek an, liberalleri eleştirirken, kendisi kadar 'etkili' olamadıkları için onu kıskandıklarını iddia ettiği an. İşte bu Mahçupyan'ın dünyevi tarafı. Yani İktidarla kurduğu bağı bu ana kadar ahlaki bir temele oturturken birdenbire bir mesafe sorunu olarak formüle ettiği an. Elbette kendi de bilir ki, ne kadar haklı olduğunuz ile ne kadar kıskanıldığınız arasında hiçbir ilişki yok.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

zinde kuvvetler

Bu aralar “zinde kuvvet” lafını biraz sıkça kullanır oldum, düşününce biraz anlamlı da geldi. Aslında bununla demek istediğim “politik toplum”dan başka bir sey değil. Bilindiği gibi zinde kuvvet lafı 1960’ların siyasal jargonundan kalma. Belki geçmişi de vardır ama politikada etkili kesimleri, somut olarak da 60’ların Türkiyesinde ordu, gençlik, aydınlar ve belki o zaman için işçi sınıfının bir kesimini de ifade ediyor. Şimdi kimler bu zinde kuvvetler? Neyse… bu soru bi yana, siyaseti böyle düşünmek demokrasi dediğimiz şey her ne ise onun yarattığı bir ilüzyondan kurtarıyor bizi. Bu ilüzyon şudur: Her birey, belli bir toprağın üzerinde yaşamak yani varolmak nedeniyle otomatik olarak politik kabul edilir ve genel oy hakkı bu varsayımın en somut halidir. Elbette bireylerin politika yapma hakları bir sürü yasa ile mümkün kılınır ama bunun en çok göründüğü an elbette seçimlerdir. Bu esasında güçlü bir ilüzyondur çünkü, bir kere o ülkede yaşayan bir ...

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk...

solik

Solik üzerine yazmamak olmaz, çünkü bu örneği az bulunur anılar sovyet tarihini anlamak için esi bulunmaz bir kapı açıyor. Bize anti-komünist hezeyanlardan ve kuru sovyet propagandasından uzak müthiş canlı sosyalizm tanıklıkları anlatıyor. Solik’in gözünden, daha 16 yaşında kendini savaşın ortasında Rusya’da bulan, bu uyanık, zeki, dürüst ve sosyalizme inanan gözlemcinin gözünden Sovyetlere bakıyoruz. Solik kendini önce sibirya’da sürgünde (bir buçuk polonya’lı ile birlikte), sonra kızıl orduda (politik komiser yardımcısı olarak), ve sonra da gulag’da buluyor (cok para harcadığı için alman ajanı olmakla suçlanıyor). işin sonunda inancını yitirmese de, sosyalizmin o kadar da kolay iş olmadığını anlıyor. Cok sey var solik’in anlattığı; mesela, sovyet yöneticilerinin nasıl da ekoonmiden anlamadıklarını, daha o zamandan planlı ekonominin yanında nasıl da kocaman ve herkesin gözü önünde bir karaborsa ekonomisinin yükseldiğini, yirmi yıllık sosyalist ekono...