Ana içeriğe atla

geleceğe dönüş

Bu şekilde iki tane subjektif göndermeye dayanan, üstelik bayat, bir başlık atmak istemezdim, ama kendimi alamadım, özür dilerim - Neden mi özür diliyorum? Çünkü, içtenlikle, hayatın sadece self-referanslarla yaşanamayacağına, şu kıç kadar dünyanın orasına burasına yayılmış zilyon tane insan ortak bir iki referans yaratamadığı (ki bunun ortalamasına belki objektivite diyebiliriz) için dünyanın bir jungle’a dönmekte olduğuna dair düşünce demeyelim de, işte mütevazi bi kanaatım var da ondan. Yani herkes sadece kendi ağzından çıkanı duyarsa ne kadar yol alabiliriz sevgili okur! Ama nedir, tam da bu (yani sadece kendiyle meşgul olma hali) milli ata sporumuzdur, ve de en alasından yeni anayasa yapılsa da, Türk’ü atıp Türkiyeli tanımını en demokrat hukukçular yapsa ne olur, yapmasa ne olur?


Şimdi düşünün ki bu ülkede, dünyanın öküzün boynuzunda durduğu fikrinden daha inandırıcı olmayan nice şeye inanan varillerce insan var. Biz Behzat başkomseri bu yüzden sevmedik mi? Evet bu decade’in lafı, saçma sapan konuşma’dır.


Neyse uzatmadan, iki referanstan biri, en son yakın geleceği yazmış olmam, o yüzden oraya dönüyoruz, ve sonra ortadan kaybolmamdı. İkincisi de, malum bir tarih tezi yazan kişi olarak, son aylarımı Kemalist idarecilerimizin 1930’larda uyguladıkları acaip ve karmakarışık ithalat politikalarımla rezil etmiş olmamdı. Dolayısıyla gene dönüyoruz.


Peki dönüp de gördüğümüz nedir? Tane tane yazayım ki açık olsun:


* Bi kere bi bok olmuyor. Son 6 ay pek çok açıdan önceki 1 senenin tekrarı olarak cereyan ediyor. Bazen olur öyle: Status quo’dan sıkılalım diye, tarih bi ara kendini tekrara verir. olaylar; trajedi, fars, suyunun-suyu, kanıksama evresi, sonra da aslında gereksizleşmiş olanın devrim görüntüsü altında unutulması döngüsünde tekrar eder. Sonra federaller, pardon liberaller, ama işte olumlu gelişmeler de var diye vızıldarlar, gerçek devrimcilerse şaşkın şaşkın etraflarına bakarlar.


* Sanırım Leyla bacı, bu döngüselliklerden sıkılmış olacak ki, bi açılım yaptı, ama bütün niyetine ve kendine saygımıza rağmen, şunu söylememiz lazım: büyük usta’nın dediği gibi tarih önüne sadece çözebileceği sorunları koyar. Leyla’nın aşırı özgüveni, elbetteki konjonktür ve onun afacan oyuncuları tarafından şişirilmiş özgüveni, RTE’nin geçtiği dalganın dalgalarına çarpıyor. Leyla’nın tarihte bireyin rolü üzerine daha gerçekçi ve kapsamlı bir okuma yapması elzem. elbette kurtlarla dans etmek için kurt olmak gerekmez, ama en azından biraz çevresinin çevresinin sözünü dinlese iyi olur. Soru şu: Gene köyüne mi dönecek? 


* Bununla beraber ve bunun ötesinde, daha genel olarak değişmeyen şey, kürt meselesinin buzluğa konulmuş olması gerçeği. elbette bunun faili allahlar, bi şeyi buzdolabına koyunca yok olmayacağını iyi biliyorlar, ama ellerindeki şeyi ne yapacaklarını bilmiyorlarsa başka alternatif be olabilir ki? Ha şu bi aydır, ki Leyla’nın Kürt açılımına da vesile olan odur, aklı evvelin biri buzluğun kapağını açıverdi, ne olup bitiyo diye merak ettiği için. Ama burdan, sevgili dostlarım, bırakın demokrasiyi, yani Zana’yı, Kemal Burkay bile çıkmaz. Yeterince açık herhalde.


* Tabi ki, bir chp milletvekilinin meclis kürsüsünde ilan ederek genç hegel’cileri mezarında zıplattığı gibi, ‘diyalektik diye bi şey var, her şey birbiriyle ilişkilidir’, ve herşeyden biraz daha fazla biçimde, olaylar aslında Suriye’de geçiyor. Ama bunu anlamak için gündemi Woddy Allen’ın aksine hızlı değil tam tersine bayağı yavaş okumak gerek. Soru şu: 2004 fırsatını (Irak) kaçıran AKP, 2012’yi (Suriye) yakalayayım derken tarihte tekrar diye birşey olmadığını ihmal mi etti? Soruyu, muhtemelen hiçbi şey söylemeyecek olan uluslararası ilişkiler uzmanlarına bırakıyorum.


* Son olarak: elbette abartıyorum, değişen bazı şeyler var. en başta şu: herşey kabak tadı vermeye başladı, birinciliği de buna en müsait olana yani akp’ye verdiler. yani nedir allasen bu kürtaj mevzusu? bu zevatın cebinden çıkaracağı başka bi şey kalmadı mı? Şu aziz millet üzerindeki bu deli gömleğini atmayı bi ara akıl edecek mi? Muhakkak ki evet.


* Soru baki: Çok partili hayata ne zaman geçeceğiz?


esen kalınız…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk

vicdan

ahlak üzerine çok şey söylenmiştir herhalde, ve ben bu konuda çok da düşünmüş bir kişi değilim. ama şunun farkına vardım: ahlakın olmadığı yerde politika da olmaz. vicdanın olmadığı yerde en doğru söz gevezeliğe dönüşüyor. further readings: 1. Ramonet, “Castro ile Söyleşi” 2. Yıldırım Türker’in tüm yazıları 3. ‘48 Elyazmaları’ndan ilgili bölümler 4. Orhan Kemal’den bir iki öykü vs…

çocukken

Biz çocuktuk, televizyonda aydın güven gürkan konuşuyordu, ya da ercan karakaş ya da hikmet çetin ya da fikri sağlar, ne farkeder, o eski shpliler hep aynı değil miydi zaten? gür bıyıklı, aydınlık bakışlı, güleç yüzlü. güzel insanlardı sanki. çocuktuk ve bize öyle gelmişti. özalın hacıağa kılıklı, kırmızı yanaklı, göbekli, üç kağıtçi tipli bakanlarına (hasan celal güzel mi yoksa?) kıyasla shp’liler mahallenin akıllı uslu geleceği parlak çocuklarıydı sanki. çocukken bağdat’ı canlı yayında bombalıyorlardı biz kahvaltı ederken. özal o zamanlar pek sevilmiyordu. inönü vardı sonra ama ne olduğunu anlamamıştık, boyu uzundu ve garip şakalar yapıyordu. Biz cocuktuk ve sonra pazarları akşam sokakta top oynamaktan gelirdik, ama eve ödev yapmak için değil. bizimkiler izlenecek, sonra spor stüdyosu, sonra banyo ve ödevler yapıldı mı telaşıyla yatak. annemiz şimdiki anneler gibi değildi, ödevlerini yaptın mı diye sormazlardı? çocukken biz, odevini yapan yapardı, adam olacak çocuk olurdu, zorla güz