Ana içeriğe atla

Murat Belge'ye küçük bir sataşma

Benim aksime Murat Belge’nin yeni kitabına (‘Militarist Modernleşme: Almanya, Japonya ve Türkiye’) bakmakla yetinmeyip biraz da okuyanlara iki sorum var - özür dilerim ben eskiden kendisini biraz okumuştum ama artık kafam almıyor-:


1. Kitapta İtalya, Hindistan ve Yunanistan’dan da ziyadesiyle bahsedilmiş. Yani aslında eldeki 3 örnek, Almanya, Türkiye ve Japonya, diğer 3 örnekle kıyaslanmış. E peki onların isimleri neden kapağa konulmamış, onların başı kel mi? Onlar ‘tarihsiz uluslar’ mı (see Engels), üçüncü beşinci dünyalar mı? (Bu sorumu gereksiz bulanlara, Belge’nin bir kac ay önce Yunanistan krizi ile ilgili yazdığı yazıyı salık veririm) 


2. Sayın büyüğümüz Belge’nin böyle epik boyutta ve içerikte bir kitabı yazmış olmasının şaşkınlığıyla - itiraf ediyorum akademik bir hastalıkla - kaynakça bölümüne baktım. Enteresan şu ki, kaynakların yalan söylemeyeyim saymadım ama, tahminen yarısından fazlası Türkiye ile ilgiliydi!! E garip değil mi? O kadar ülke var, Murat abi o kadar malumatı -tabi varsa- nerden toplamış ki? Belki çok okumuştur ama kendisi Sırrı abinin deyimiyle bezgin oldugundan not almayı unutmuştur. Olabilir mi? Ya da acaba o kadar ülkenin tarihini Türkiye tarihi üzerinden okumaya mı çalışıyor, e o zaman her ülke için 2-3 kitapla idare edilebilir diye mi düşünce acep?


Neyse ben sonuçta bi ara vaktim olduğunda bi bölümünü okuyacağım ama sevgili okur, içtenlikle söylüyorum: Korkuyorum… 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

zinde kuvvetler

Bu aralar “zinde kuvvet” lafını biraz sıkça kullanır oldum, düşününce biraz anlamlı da geldi. Aslında bununla demek istediğim “politik toplum”dan başka bir sey değil. Bilindiği gibi zinde kuvvet lafı 1960’ların siyasal jargonundan kalma. Belki geçmişi de vardır ama politikada etkili kesimleri, somut olarak da 60’ların Türkiyesinde ordu, gençlik, aydınlar ve belki o zaman için işçi sınıfının bir kesimini de ifade ediyor. Şimdi kimler bu zinde kuvvetler? Neyse… bu soru bi yana, siyaseti böyle düşünmek demokrasi dediğimiz şey her ne ise onun yarattığı bir ilüzyondan kurtarıyor bizi. Bu ilüzyon şudur: Her birey, belli bir toprağın üzerinde yaşamak yani varolmak nedeniyle otomatik olarak politik kabul edilir ve genel oy hakkı bu varsayımın en somut halidir. Elbette bireylerin politika yapma hakları bir sürü yasa ile mümkün kılınır ama bunun en çok göründüğü an elbette seçimlerdir. Bu esasında güçlü bir ilüzyondur çünkü, bir kere o ülkede yaşayan bir ...

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk...

solik

Solik üzerine yazmamak olmaz, çünkü bu örneği az bulunur anılar sovyet tarihini anlamak için esi bulunmaz bir kapı açıyor. Bize anti-komünist hezeyanlardan ve kuru sovyet propagandasından uzak müthiş canlı sosyalizm tanıklıkları anlatıyor. Solik’in gözünden, daha 16 yaşında kendini savaşın ortasında Rusya’da bulan, bu uyanık, zeki, dürüst ve sosyalizme inanan gözlemcinin gözünden Sovyetlere bakıyoruz. Solik kendini önce sibirya’da sürgünde (bir buçuk polonya’lı ile birlikte), sonra kızıl orduda (politik komiser yardımcısı olarak), ve sonra da gulag’da buluyor (cok para harcadığı için alman ajanı olmakla suçlanıyor). işin sonunda inancını yitirmese de, sosyalizmin o kadar da kolay iş olmadığını anlıyor. Cok sey var solik’in anlattığı; mesela, sovyet yöneticilerinin nasıl da ekoonmiden anlamadıklarını, daha o zamandan planlı ekonominin yanında nasıl da kocaman ve herkesin gözü önünde bir karaborsa ekonomisinin yükseldiğini, yirmi yıllık sosyalist ekono...