Ana içeriğe atla

okumaya devam ettik...

Oku, dediler; okuduk:


- Roportaj Yazarliginda 60 Yil, Yasar Kemal, Yapi Kredi Yayinlari.


Yasar Kemal sevenler, sosyal bilimciler ve gazetecilikle ilgili guzel ornek isteyenler icin ideal. Ben sahsen Kemal’in roportajciligini bilmiyordum. 1950’lerde saniyorum Cumhuriyet icin yaptigi roportajlar toplanmis. Antep kacakcilari, ormancilar ve orman koyluleri, istanbul’daki lufer akini ve daha baska konularda yazilmis enfes oyku/haberler aslinda bunlar. Kemal, 1. roportajciligin “bal gibi” edebiyat oldugunu, 2. roporajcilik ihmal edildigi icin Turkiye’de gazeteciligin geri kaldigini, 3. buna karsin batida gazeteciligin gitgide roportaj gazeteciligine donustugunu soyluyor. Bir de haberin ozune inmenin, insanlari/olaylari edebiyat yoluyla yeniden yaratmaktan gectigini.


Turk basini ofke, siddet, irkcilik, abarti, yuzeysellik ve cehaletle dopdolu. Soluk almak icin bunu okuyun.


- Yeraltinda Bes Yil: 12 Eylul Anilari, Yasar Ayasli.


Oguzhan Muftuoglu’ndan sonra Yasar Ayasli da yazdi. Solun en radikal orgutlerinden birinin yoneticisinden 12 Eylule karsi direnis anilari. Ayasli, “tek kursun sikilmadan 12 Eylule karsi yenildik” ya da “direnis olanaksizdi” tezlerine karsi yazmis. Direnmek mumkundu ve biz direndik, diyor kisaca. Oldukca oznel ve delice oldugu soylenebilir ve kitabin tezleri tartismali, ama kimi insanlarin en acimasiz kosullarda nasil da cesaretle davasina sahip cikabildigini gostermesi acisindan carpici. Ayasli’nin kalemi de iyi, iyi bir direnis edebiyati kitabi cikmis. Baska acilardan daha fazla sol tarih biyografileri bekliyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

zinde kuvvetler

Bu aralar “zinde kuvvet” lafını biraz sıkça kullanır oldum, düşününce biraz anlamlı da geldi. Aslında bununla demek istediğim “politik toplum”dan başka bir sey değil. Bilindiği gibi zinde kuvvet lafı 1960’ların siyasal jargonundan kalma. Belki geçmişi de vardır ama politikada etkili kesimleri, somut olarak da 60’ların Türkiyesinde ordu, gençlik, aydınlar ve belki o zaman için işçi sınıfının bir kesimini de ifade ediyor. Şimdi kimler bu zinde kuvvetler? Neyse… bu soru bi yana, siyaseti böyle düşünmek demokrasi dediğimiz şey her ne ise onun yarattığı bir ilüzyondan kurtarıyor bizi. Bu ilüzyon şudur: Her birey, belli bir toprağın üzerinde yaşamak yani varolmak nedeniyle otomatik olarak politik kabul edilir ve genel oy hakkı bu varsayımın en somut halidir. Elbette bireylerin politika yapma hakları bir sürü yasa ile mümkün kılınır ama bunun en çok göründüğü an elbette seçimlerdir. Bu esasında güçlü bir ilüzyondur çünkü, bir kere o ülkede yaşayan bir ...

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk...

İran vs. Türkiye

İran’la Türkiye’nin (ve belki başka pek çok ülkenin) ortak noktası şu: Eğitimli, kentli ve iyi gelirli kesimlerin nüfusun gelir kalanı ile mesafesi çok açıldı. Türkiye’de kemalistler ve İran’da reformcular…. Bir orta sınıf krizi yaşıyoruz. Ancak bu tüm toplumun krizine, bir temsiliyet krizine dönüşüyor. Orta sınıfların geleneksel demokratik düzenlerde çok kritik misyonlar vardı, oysa ki. Temsiliyet krizi şu: Bu kesimler siyaset alanında gitgide daha az temsil ediliyor ve kendi temsilcilerini üretemiyorlar. Onyıllardır siyasetin dışında olmanın/kalmanın bedeli. Üstelik gitgide radikalleşiyorlar. Bunun sonu ne olacak? Çoğunluk egemenliğine dayanan plebyen bir faşizm mi, yoksa yoksulları ötekileştiren bir meritokrasi mi? Genel oy hakkı ve merkezi ulus devlet temelindeki birliktelik fikri tartışmaya açılacak mı? Bu basitçe zengin sınıfların re-kompozisyonu ve eski imtiyazlıların imtiyazlarını kaybetmesi değil. Elbette böyle boyutları da var, ama daha ötesi: Ulu...