Ana içeriğe atla

memur-şair

Hani bir adam var, Ankara’da oturuyor. Daireden çıkınca Sakarya’da hep takıldığı bir birahane var, işte orda bi kaç bira içiyor, sonra da sanırım eve gidiyor -bunu tam olarak kimse bilemedi- Yani bu aslında bi klişe ama Faruk abinin de gidip bizzat görüp tespit ettiği gibi böyle çok adam var. bunlar ekseriyetle tek başlarına oturup bira ve sigara içip, kalabalıkları izliyorlar. Önlerinde de bir küçük kağıt parçası mı var ne? Söylemeye gerek yok ki, bu adam şair aslında, yani şair derken şiir yazıyor, işte her gün olmasa da bazen bir ilham perisi iki yudum birasına eşlik ederse bir şeyler çiziktiriyor. Bu adam Siyasal Bilgileri bitirdi 12 Eylül’den sonra, şimdi Maliye’de müdür. Maliye’de olmasa da ona benzer bir yerde. Hatta ayıptır söylemesi parasını kendi cebinden çıkarıp verdiği bir şiir kitabı bile var. 


- benim eski bir ev arkadaşımın böyle hayatta tek şiir kitabı basmış adamların kitaplarını toplamak gibi acaip bir merakı vardı. Bence böyle bi koleksiyon dünyanın hem en sıkıcı hem de en enteresan koleksiyonu olabilir. bence birisi bu konuda doktora tezi bile yazabilir, counterfactual history örneği olaraktan, acaba edebiyat tarihinin derinliklerine fırlatılmış bu noktalar becerikli bir ressam tarafından birleştirilse, burdan yepyeni bir şiir yorumu, hani tesadüf işte, çıkabilir mi gibi bir sorudan hareketle-


neyse işte, şimdi dünyanın bütün şairleri marx’ın çağrısına kulak vererek bir araya gelse, ve aralarında tartışıp bir karara varamayıp sonra dağılıp Konda’ya bir anket düzenletseler, çok açık ki kararsızlar da dağıtıldıktan sonra ezici çoğunluk bu adamın kötü şair olduğunu iddia edecektir. Haklılar, bu adam gerçekten iyi şair değil. -Yani ben söyleyenin yalancısıyım-


Şimdi mesele şu ki, bu adamın arkasından konuşan en yakın arkadaşları dahi, şairliği beceremediği için maliye’ye girdiğini memuriyete yöneldiğini söyleyecekler. İşte ben bugün burada açıklıyorum ki, olay böyle değil, tam tersi şekilde vuku buldu. Bu adam kötü şair olduğu için memur olmadı, aksine memur olduğu için aslında pek de fena olmayan şiir yeteneği buharlaştı gitti. En azından tarihin materyalist açıklaması bunu gerektiriyor.


Neden böyle oldu, işte bunun açıklamasını değerli okuyucular, belki yarın belki yarından da yakın yapacagim, ama belki de hiç yapmayacagim. Bekleyelim görelim.


ps. Şimdi hemen heyecanlı ve dikkatli okurların bazıları işte Cemal Süreya da vardı, şuydu buydu diye örnekler verecekler. Onlara sakin olmalarını, konunun istatistikle, zamanla ve mekanla, istisnaların bazen kuralları kanıtlayabilme ihtimaliyle vs. ilgili olduğunu hatırlatacağım. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk

vicdan

ahlak üzerine çok şey söylenmiştir herhalde, ve ben bu konuda çok da düşünmüş bir kişi değilim. ama şunun farkına vardım: ahlakın olmadığı yerde politika da olmaz. vicdanın olmadığı yerde en doğru söz gevezeliğe dönüşüyor. further readings: 1. Ramonet, “Castro ile Söyleşi” 2. Yıldırım Türker’in tüm yazıları 3. ‘48 Elyazmaları’ndan ilgili bölümler 4. Orhan Kemal’den bir iki öykü vs…

çocukken

Biz çocuktuk, televizyonda aydın güven gürkan konuşuyordu, ya da ercan karakaş ya da hikmet çetin ya da fikri sağlar, ne farkeder, o eski shpliler hep aynı değil miydi zaten? gür bıyıklı, aydınlık bakışlı, güleç yüzlü. güzel insanlardı sanki. çocuktuk ve bize öyle gelmişti. özalın hacıağa kılıklı, kırmızı yanaklı, göbekli, üç kağıtçi tipli bakanlarına (hasan celal güzel mi yoksa?) kıyasla shp’liler mahallenin akıllı uslu geleceği parlak çocuklarıydı sanki. çocukken bağdat’ı canlı yayında bombalıyorlardı biz kahvaltı ederken. özal o zamanlar pek sevilmiyordu. inönü vardı sonra ama ne olduğunu anlamamıştık, boyu uzundu ve garip şakalar yapıyordu. Biz cocuktuk ve sonra pazarları akşam sokakta top oynamaktan gelirdik, ama eve ödev yapmak için değil. bizimkiler izlenecek, sonra spor stüdyosu, sonra banyo ve ödevler yapıldı mı telaşıyla yatak. annemiz şimdiki anneler gibi değildi, ödevlerini yaptın mı diye sormazlardı? çocukken biz, odevini yapan yapardı, adam olacak çocuk olurdu, zorla güz