Ana içeriğe atla

elif shafak: too nice to be true

elif safakin romanciligi uzerine ahkam kesecek degilim , zira simdi ismini bile hatirlamadigim romanlarindan sadece birinin ilk 20 sayfasinin otesine gecememistim. ama bunun bi anlama geldigini ima edecek kadar kibirli degilim zira mesela cok utanarak soylemek istiyorum ki ben Onca Yoksulluk Varken’i de, Tutunamayanlari da, Huzur’u da bitirememis bi adamim. bazen boyle olur: olmayinca olmaz. boyle durumlarda sukun icinde gelecek maclara konsantre olmak gerekir.
Neyse efendim, ancak dun Safak’in (Elif diyesim geldi , ama o samimiyete cesaret edemedim!) dun LSE’de konusmasina gittim, kendisini su dunya gozuyle gormus dinlemis bulundum. siyah giyinmisti, yasta gibiydi, guldugunde sanki biri ona gulsun diye iskence ediyomus gibi bir hali vardi. gulmek bir insana bu kadar mi yakismaz?
Konusmanin Across the Borders gibi bir temasi vardi, o da kisaca yazarlik deneyiminden soz etti, sonra da sorulara cevaplar verdi. Basindan sonuna ev odevini iyi hazirlamis bir lise ogrencisi, ya da daha iyisi iyi paperlar yazmayi becerebilen Odtu’lu bir kiz hali vardi. Konusmasi bes alti madded yazarligini ozetledi ki, bi romanci icin fazla structured idi. Arada espri yapsa, bi anisini anlatsa, konferansta makale sunma modundan ciksa fena mi olurdu? Sonra garip bi bicimde cogu bir digerinden klise sorulara, biri bir digerinden sikici cevaplar vermeyi basardi. dersini iyi calismisti, ama mesela, romanlarindan birindeki ermeni tipleri begendigini ve nasil olup da ermenileri bildigini soran kiza, romanci olarak empati kurma yeteneginden bahsederek cevap vermesi acaipti.
Zaten basindan sonuna kadar surekli empati, sempati, kultulerin ve zamanin cok katmanliligi, sinirlar, otekinin yerine kendini koyma gibi lfadeleri o kadar kullandi ki, sonunda iskillenmemek elde degildi? Bu iste bi pislik var, dedim kendi kendime.
Arada birinin Safak’in romanlarindaki humor’dan bahsetmesi de bana enteresan geldi, zira ben hayatimda bu kadar humorless bi insan gormedim. kardesim sen romancisin, hayalgucun genis, iki espri yapsana, degil mi?
Safak ziyadesiyle, ic bayici seviyede ciddi bir kadin. Butun sorulari ciddiye alip beser paragraflik yanitlar vermesi ilginc. ancak mesele su, sorulari degil kendisini ciddiye aliyor gibi gorundu bana. kac yasinda sahi daha? Ama masallah romanci, slyaset bilimi doktorasi var, frankfurt okulundan, heideggerden, sufilerden, din felsefesinden ve politik felsefesinden, rus, kita avrupasi edebiyatindan, yani herseyden anliyor. aferin kizimiza, ama biraz fazla iyi degil mi?
Mesele galiba su, kendisini fazla kurmus gorunuyordu. Kendi uzerine fazla dusunmus, bunu teorize etmis. Hatta herseyden cok bunu yapmis. Fine by all means. Ama sevimsiz bi tarafi vardi. Bana 80 kusagi ile ilgili bi seyler hatirlatti. Kabul edelim, o politik 70’lerle, bizim kimliksiz 90’lar arasinda acaip karanlik bir 80’ler kusagi vardi. Safak’i galiba en iyi o konteks icinde anlamak lazim.
Safak’in bir de “pure writer” olmak gib bir iddiasi var ki, asinda konumunu apolitiklestirmeye calisiyor. Ancak romanciligini anlatmak icin kullandigi kavramlarin su kuresel kapitalizm, kimlik siyaseti caginda o kadar cok karsiligi var ki, kalkip siz burda neredeyse bir siyasi parti manifestosu okudunuz demek istedim, ama terbiyesizlik olmasin diye demedim. BUnun farkinda olmamasi, nasil bir entelektuel/politik cercevenin kucagina oturdugunu bilmemesi mumkun mu? Bence degil.
Neticede bence en guzel soru odulu, en kotu soruya gitmeliydi. Sonlara dogru cocugun biri, Strazburg’ta dogmussunuz, kac sene kaldiniz, dedi de biraz gulduk, eglendik! Ciddi hikayeler biraz absurd bitmeli zaten. Yakisti.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

zinde kuvvetler

Bu aralar “zinde kuvvet” lafını biraz sıkça kullanır oldum, düşününce biraz anlamlı da geldi. Aslında bununla demek istediğim “politik toplum”dan başka bir sey değil. Bilindiği gibi zinde kuvvet lafı 1960’ların siyasal jargonundan kalma. Belki geçmişi de vardır ama politikada etkili kesimleri, somut olarak da 60’ların Türkiyesinde ordu, gençlik, aydınlar ve belki o zaman için işçi sınıfının bir kesimini de ifade ediyor. Şimdi kimler bu zinde kuvvetler? Neyse… bu soru bi yana, siyaseti böyle düşünmek demokrasi dediğimiz şey her ne ise onun yarattığı bir ilüzyondan kurtarıyor bizi. Bu ilüzyon şudur: Her birey, belli bir toprağın üzerinde yaşamak yani varolmak nedeniyle otomatik olarak politik kabul edilir ve genel oy hakkı bu varsayımın en somut halidir. Elbette bireylerin politika yapma hakları bir sürü yasa ile mümkün kılınır ama bunun en çok göründüğü an elbette seçimlerdir. Bu esasında güçlü bir ilüzyondur çünkü, bir kere o ülkede yaşayan bir ...

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk...

solik

Solik üzerine yazmamak olmaz, çünkü bu örneği az bulunur anılar sovyet tarihini anlamak için esi bulunmaz bir kapı açıyor. Bize anti-komünist hezeyanlardan ve kuru sovyet propagandasından uzak müthiş canlı sosyalizm tanıklıkları anlatıyor. Solik’in gözünden, daha 16 yaşında kendini savaşın ortasında Rusya’da bulan, bu uyanık, zeki, dürüst ve sosyalizme inanan gözlemcinin gözünden Sovyetlere bakıyoruz. Solik kendini önce sibirya’da sürgünde (bir buçuk polonya’lı ile birlikte), sonra kızıl orduda (politik komiser yardımcısı olarak), ve sonra da gulag’da buluyor (cok para harcadığı için alman ajanı olmakla suçlanıyor). işin sonunda inancını yitirmese de, sosyalizmin o kadar da kolay iş olmadığını anlıyor. Cok sey var solik’in anlattığı; mesela, sovyet yöneticilerinin nasıl da ekoonmiden anlamadıklarını, daha o zamandan planlı ekonominin yanında nasıl da kocaman ve herkesin gözü önünde bir karaborsa ekonomisinin yükseldiğini, yirmi yıllık sosyalist ekono...