Ana içeriğe atla

bülent arınç



Çelişkili biri. herkes çelişkilidir diyeceksiniz, ama herkes başbakan yardımcısı olamıyor.

Tayyip ve Gül daha gençken, konuşmalarını dinliyorlardı Bülent abilerinin. Arada yaş ve kuşak farkı var. Birbirlerini hala anlamaları kesinlikle Arınç’ın başarısı.

Herkes dürüst olduğunu söylüyor. Bunu veri aldığımızda Abdüllatif’in yaptığını yapamaması şunu gösterir: Arınç’ın iktidara zaafiyeti var.

Arınç’ın bir önceki Milli Görüşçü kuşaktan, globalizmin suyuyla kirlenmemiş bir dava adamı olduğunu söylemek bugünkü durumuyla çelişir mi? Buna en iyi cevabı kendisi verecektir.

Ama öyle görünüyor ki Arınç artık davanın siyasi yanını değil de gönül yanını öne çıkarıyor gibi. İkide bir ağlıyor, çetelerden darbelerden derdini halka söylüyor. İnandırıcı değil mi?

Arınç meclisteki açık ara en iyi konuşmacı, ve bunun farkında. İnsanları etkileme gücü olduğunu bilmek sizi daha iyi mi daha kötü mü yapar? Arınç sanki her an bu sorunun cevabını arıyor.

Tekel eylemlerindeki tehlikeyi hükümet kanadından sadece o farketti. Çünkü, Arınç bir eski milli görüşçü, sokağı biliyor. Tayyip gibi belediye koltuğunda siyaseti öğrenmedi. Sokakta başlayan siyasetin sokakta biteceğini biliyor.

Ama Arınç hep Bülent abi olarak kalacak, yetenekleri takdir edilen ve arada ihtiyaç duyulduğunda göreve çağrılan. Arınç vurucu kuvvet. Kavga edilecekse onu önde görüyoruz. Senyör değil şövalye.

Ayrıcalığı şu: Tarih bilinci var. Ama Akp’nin tarihe ne kadar ihtiyacı ve merakı var? Soru bu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

zinde kuvvetler

Bu aralar “zinde kuvvet” lafını biraz sıkça kullanır oldum, düşününce biraz anlamlı da geldi. Aslında bununla demek istediğim “politik toplum”dan başka bir sey değil. Bilindiği gibi zinde kuvvet lafı 1960’ların siyasal jargonundan kalma. Belki geçmişi de vardır ama politikada etkili kesimleri, somut olarak da 60’ların Türkiyesinde ordu, gençlik, aydınlar ve belki o zaman için işçi sınıfının bir kesimini de ifade ediyor. Şimdi kimler bu zinde kuvvetler? Neyse… bu soru bi yana, siyaseti böyle düşünmek demokrasi dediğimiz şey her ne ise onun yarattığı bir ilüzyondan kurtarıyor bizi. Bu ilüzyon şudur: Her birey, belli bir toprağın üzerinde yaşamak yani varolmak nedeniyle otomatik olarak politik kabul edilir ve genel oy hakkı bu varsayımın en somut halidir. Elbette bireylerin politika yapma hakları bir sürü yasa ile mümkün kılınır ama bunun en çok göründüğü an elbette seçimlerdir. Bu esasında güçlü bir ilüzyondur çünkü, bir kere o ülkede yaşayan bir ...

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk...

İran vs. Türkiye

İran’la Türkiye’nin (ve belki başka pek çok ülkenin) ortak noktası şu: Eğitimli, kentli ve iyi gelirli kesimlerin nüfusun gelir kalanı ile mesafesi çok açıldı. Türkiye’de kemalistler ve İran’da reformcular…. Bir orta sınıf krizi yaşıyoruz. Ancak bu tüm toplumun krizine, bir temsiliyet krizine dönüşüyor. Orta sınıfların geleneksel demokratik düzenlerde çok kritik misyonlar vardı, oysa ki. Temsiliyet krizi şu: Bu kesimler siyaset alanında gitgide daha az temsil ediliyor ve kendi temsilcilerini üretemiyorlar. Onyıllardır siyasetin dışında olmanın/kalmanın bedeli. Üstelik gitgide radikalleşiyorlar. Bunun sonu ne olacak? Çoğunluk egemenliğine dayanan plebyen bir faşizm mi, yoksa yoksulları ötekileştiren bir meritokrasi mi? Genel oy hakkı ve merkezi ulus devlet temelindeki birliktelik fikri tartışmaya açılacak mı? Bu basitçe zengin sınıfların re-kompozisyonu ve eski imtiyazlıların imtiyazlarını kaybetmesi değil. Elbette böyle boyutları da var, ama daha ötesi: Ulu...