Ana içeriğe atla

aysun kayacı (cont'd)


aşağıdaki tarihi açıklama aysun kayacı’nın demokrasi ve çobanlarla ilgili yaptığı açıklamadan sonra hayli yol katettiğini açıkça gösteriyor. aynen naklediypruz:

"Geldim…

Aç gözlü patronlar yüzünden canlar karanlıklara gömülüyor, sokaklar harp alanı gibi, genç kızların cinsellikleri tv’lerde suistimal ediliyor reyting uğruna ve aynı reyting uğruna bu toplumun ihtiyacı olan örnek insanlar canlı yayınlarda sınanıp madara edilmeye çalışılıyor.

Ve en önemsizi ama bu mailin konusu olan ben, sadece gönül verdiği dört yıldır; dizi setlerinden, uykusundan, yemeğinden, sevdiklerinden arttırarak kazandığı şeyle, tarihle ilgilenmek isteyen, magazine artık malzeme olmak istemeyen ben..

Ne tur insanlar magazin muhabiri yapılıyor bilmiyorum ama onlar da sunu bilmiyor; Eğitim dili aynı olduğu sürece akademik dünyada herkes her yerde eğer kabul görürse istediği dersi alabilir. Bilim doğası gereği paylaşılır..

Bu “Harvard” etiketini gözlerinde fazla büyüttüler ve beni çileden çıkarttılar. Önemli olan nerede öğrendiğin değil ne öğrendiğindir. Ders programım Sibel Can’ın diyet listesine döndü. Boston’da magazin basının karanlık gölgesi olmadan Osmanlıca, İngilizce ve klasik dönem Osmanlı tarihi bilgim biraz cilalanıyor o kadar..

Bilgi ve eğitim ispatlanması gereken ya da havası atılması gereken şeyler değildir. Ancak topluma faydalı olunursa onları edinmiş olmak önemlidir. O yüzden beni rahat bırakın da okulum bittiğinde insanlarıma faydalı olmak için hevesim ve enerjim kalsın.

Saygılarımla

Aysun Kayacı”

Aysun bu açıklaması ile Türkiye toplumunun beş, medyanın ise 20 fersah ilersinde olduğunu ispatlıyor.

elbette birileri aysun’a, “yanlış hayat doğru yaşanmaz” diyip dudak bükebilir… Haklılardır. ama şu da var: doğru hayat diye bir şey yok ki!
o yüzden doğru ya da yanlış aysun’un kaybedeceği bir şey yok, devam Aysun!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

zinde kuvvetler

Bu aralar “zinde kuvvet” lafını biraz sıkça kullanır oldum, düşününce biraz anlamlı da geldi. Aslında bununla demek istediğim “politik toplum”dan başka bir sey değil. Bilindiği gibi zinde kuvvet lafı 1960’ların siyasal jargonundan kalma. Belki geçmişi de vardır ama politikada etkili kesimleri, somut olarak da 60’ların Türkiyesinde ordu, gençlik, aydınlar ve belki o zaman için işçi sınıfının bir kesimini de ifade ediyor. Şimdi kimler bu zinde kuvvetler? Neyse… bu soru bi yana, siyaseti böyle düşünmek demokrasi dediğimiz şey her ne ise onun yarattığı bir ilüzyondan kurtarıyor bizi. Bu ilüzyon şudur: Her birey, belli bir toprağın üzerinde yaşamak yani varolmak nedeniyle otomatik olarak politik kabul edilir ve genel oy hakkı bu varsayımın en somut halidir. Elbette bireylerin politika yapma hakları bir sürü yasa ile mümkün kılınır ama bunun en çok göründüğü an elbette seçimlerdir. Bu esasında güçlü bir ilüzyondur çünkü, bir kere o ülkede yaşayan bir ...

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk...

solik

Solik üzerine yazmamak olmaz, çünkü bu örneği az bulunur anılar sovyet tarihini anlamak için esi bulunmaz bir kapı açıyor. Bize anti-komünist hezeyanlardan ve kuru sovyet propagandasından uzak müthiş canlı sosyalizm tanıklıkları anlatıyor. Solik’in gözünden, daha 16 yaşında kendini savaşın ortasında Rusya’da bulan, bu uyanık, zeki, dürüst ve sosyalizme inanan gözlemcinin gözünden Sovyetlere bakıyoruz. Solik kendini önce sibirya’da sürgünde (bir buçuk polonya’lı ile birlikte), sonra kızıl orduda (politik komiser yardımcısı olarak), ve sonra da gulag’da buluyor (cok para harcadığı için alman ajanı olmakla suçlanıyor). işin sonunda inancını yitirmese de, sosyalizmin o kadar da kolay iş olmadığını anlıyor. Cok sey var solik’in anlattığı; mesela, sovyet yöneticilerinin nasıl da ekoonmiden anlamadıklarını, daha o zamandan planlı ekonominin yanında nasıl da kocaman ve herkesin gözü önünde bir karaborsa ekonomisinin yükseldiğini, yirmi yıllık sosyalist ekono...