Çulhaoğlu haklı, solun kalıcı ve onemli bir yol ayırımında olduğunu söylüyor: Demokrasiyi kendi başına anlamlandıranlarla bunu marksizmin daha genel çerçevesi içinde görenlerin yolları ayrılıyor.
Çulhaoglu: Bolunme ve ayrışma
Özeti şu:
1960’ların sonunda tartışma “sosyalist devrim”cilerle “demokratik devrim”ciler arasındaydı.
1980’lerde devrimcilerle reformcuların yolları ayrıldı.
Şimdilerde ise demokratlarla sosyalistlerin yolları ayrılıyor. Siyasete özgürlükler penceresinden bakanlar bir yanda, 60-80 arası oluşmuş belirli bir tip sosyalist anlayışın çerçevelediği radikal siyaset ekseninden bakanlar diğer yanda.
Ancak sorun şu: Bu ayrışmanın toplumda karşılığı olan anlamlı siyasal dinamiklere yol açması isteniyorsa sosyalistlerin epey bi uğraşması gerekecek. Sözgelimi halkın demokrasi diye bir sorunu olmadığını, “askeri vesayet rejimi” belirlemesinin fanteziden ibaret olduğunu ya da kimsenin Kürt sorununu takmadığını iddia edeceklerse daha onlarca yıl beklemeleri gerekecek.
Biraz sağduyu biraz da üstüne “reality check” ısmarlayabileceğimiz hiç bi yer kalmadı mı?
Sosyalistlerin bir bölümünün (kesinlikle azınlık değil) kurtulması gereken kendi fantezilerinin esiri olmak. Hep doğruda durduklarına inanarak yaşlanıyorlar: Bir gün herkes onların haklılığını takdir edecek (“evet hep sizdiniz ve hep haklıydınız”), ve hayat 1989’da kaldığı yerden devam edecek.
Çulhaoğlu’nun görmediği sosyalistlerin de kendi aralarında ayrılmaya başladığı. Dualarına bağlı kalanlar, 80 yıl öncenin şablonlarıyla hayata bakanlar bir on yıl daha gençlere nasıl doğruda durduklarını anlatacaklar.
Bu aralar “zinde kuvvet” lafını biraz sıkça kullanır oldum, düşününce biraz anlamlı da geldi. Aslında bununla demek istediğim “politik toplum”dan başka bir sey değil. Bilindiği gibi zinde kuvvet lafı 1960’ların siyasal jargonundan kalma. Belki geçmişi de vardır ama politikada etkili kesimleri, somut olarak da 60’ların Türkiyesinde ordu, gençlik, aydınlar ve belki o zaman için işçi sınıfının bir kesimini de ifade ediyor. Şimdi kimler bu zinde kuvvetler? Neyse… bu soru bi yana, siyaseti böyle düşünmek demokrasi dediğimiz şey her ne ise onun yarattığı bir ilüzyondan kurtarıyor bizi. Bu ilüzyon şudur: Her birey, belli bir toprağın üzerinde yaşamak yani varolmak nedeniyle otomatik olarak politik kabul edilir ve genel oy hakkı bu varsayımın en somut halidir. Elbette bireylerin politika yapma hakları bir sürü yasa ile mümkün kılınır ama bunun en çok göründüğü an elbette seçimlerdir. Bu esasında güçlü bir ilüzyondur çünkü, bir kere o ülkede yaşayan bir ...
Yorumlar