Ana içeriğe atla

12 eylül bitiyor

Akp ile ilgili daha önce yazdıklarımı şöyle özetleyebilirim:
1. Türkiye’nin yakın dönem (90’lar) tarihinin güçlü bir eleştirisi ile kendi doğal tabanının ötesinde bir dinamizm yaratıyor. Kendi tabanının liberalleşmesi toplumun muhafazakarlaşmasından daha güçlü.
2. Ekonomide neo-liberal dönüşümün inançla savunuyor ve uyguluyor. Bununla ilgili güçlü bir toplumsal muhalefete maruz kalacak, kalıyor.
3. Dogmatikleşmeye ve güç kaybetmeye mahkum. Kendini dönüştürecek politik ve entelektüel yeteneklere sahip değil. Bu yüzden demokrat parti’den ziyade anap’ı andırıyor.

Buradan şuna varıyorum: akp’yi düşünürken toplumun “muhafazakarlaşması” ile ilgili paniğin ötesine geçmemiz lazım. Muhafazakarlaşma/cemaatleşme tespiti, miyobik ve üstelik abartılı olma olasılığı çok yüksek bir analizin ürünü. Dahası, solun da içinde yüzdüğü kesimlerin psiko-kültürel korkularını açığa vuruyor. (siyasette ve devlet mekanizmasında cemaatleşmeyi ayırmak lazım; bu bir hakikat ve üzerine gidilmesi gereken bi nokta.)

Peki bu korkunun biraz ötesine geçen daha uzun dönemli bir bakışka ne söylenebilir?

Benim düşüncem şudur: 12 eylül, her ne ifade ediyorsa, bitiyor. Bunu bitiren akp değil. Ancak akp buna kendine özgü bir renk veriyor. Muhtemelen akp olmasaydı, latin amerikadakilere benzer bir toplumsal krize daha fazla benzerdi türkiye’de olup bitenler. Ancak akp ile bu kendine özgü siyasal bir kriz de yarattı.

12 eylül bitişi ile kastettiğim, orta sınıflarla siyaset kurumu arasında, son 30 senedir kurulmuş olan, siyasetin alanını kısıtlayan bir konsensüsün, içinde askerin önemli bir yer tuttuğu ama sanıldığı gibi her zaman belirleyici olmadığı bir zeminin ortadan kalkmasıdır. (Bu yüzden askeri vesayet kavramı açıklayıcı değil) Bunu ortadan kaldıran iki gelişme vardır: birincisi, kentli orta sınıfların emin ellerde olduğunu zannettikleri bu siyaset alanının liberal islamcılar tarafından yavaş yavaş doldurulması, ikincisi ise 1999-2001 den sonra başlayan neoliberal dönüşümün orta sınıfın geleneksel kesimleri üzerindeki ekonomik ve kültürel dağıtıcı ve değersizleştirici etkisidir. Bu kesimlere, tekel işçileri gibi kamuda çalışan görece ayrıcalıklı işçiler de, köylüler de, bakkallar da dahildir.

Olan şudur: Geleneksel orta sınıfların buna ilk tepkisi askeri göreve çağırmak şeklinde olmuştur: Cumhuriyet mitinglerinin anlamı budur. Siyaset kurumuna o eski anlaşmayı hatırlatmıştır. Yani 12 eylül ruhunu geri çağırmışlardır.

Ama işe yaramadığını biliyoruz. Bundan sonra olacak olan açık: Oyun yeniden başlıyor. Yeni bir toplumsal siyaset dönemi başlayacak.

12 eylülün en önemli etkisi, siyaseyin zinde kuvvetleri olan kenti orta sınıf ile alt sınıflar arasındaki bağlantıyı koparması idi. Şimdi o insanlar yeniden siyaset yapmaya başlayacak, başlıyor. O anlamda 12 eylül bitiyor, ve belki çoktan bitti bile.

Sol ne mi yapmalı? Felaket tellallığını bırakıp bu oyunun bir parçası olmalı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Berlin'de Yeni ve Eski Dalga

Berlin’de bir hayalet dolaşıyor: Türkiyeli yeni diaspora. Sevdikleri biçimde söylersek New Wave-Yeni Dalga’cılar. Bir de eskisi var elbette. Daha doğrusu, New Wave kendine yeni derken, kendinden öncekilere de eski demiş oluyor. Yeni diaspora Almanya’ya "ben senin bildiğin Türklerden değilim” diyor. Yeni Dalga eğitimli, genç ve hırslı. Eski Dalga da gençti, ancak Türkiye’nin köylerinden gelen genç köylülerdi. Bir zamandan başka bir zamana geldiler. Kimse umursamadı ama zamanı sırtlarında taşıdılar. Eski Dalganın sırtında kocaman bir kambur var, dışarıdan bakan sadece kamburu görüyor. İçerden görünen ise, Sivas, Çorum ve Varto. Yeni Dalga, aksine, zaman değil, mekan değiştirdi. Türkiye’nin millenial kuşağı Berlin’de aynı zamanı yaşadıklarını düşündükleri çocuklarla komşu oldular. Biraz daha geriye gidersek Yeni Dalga Erdoğan’ın Türkiye’sini önce beğenmedi, sonra şöyle bir silkeledi (Gezi’de), sonra da siyasetin doğuda pek kibar bir şekilde yapılmadığını farkederek, Türk

Ahmet Kaya: Vallahi biz dostu özledik!

Malumunuz, ya da değil tam bilemiyorum, ama Ahmet bilmem kaç sene evvel bugün gitti. Umarım gittiği yerde yüce gök elinden kırık sazını almayacak, Bahtiyar’la oturup rakı içip türkü söyleyecek, Nazlıcan ve Bedirhanla geçmiş günlerden, eski sevdalardan, eski kavgalardan söz edecekler ve bir zamanlar birer keklik olup üzerinden süzüldükleri dağları yukardan izleyecekler. Kuşku yok ki, Ahmet’in ruhu bu cehennemde olduğundan daha huzurlu olacak, sigarayı beş pakete çıkaracak ama içindeki çocuk artık eskisi gibi tedirgin olmayacak. Peki Ahmet Kaya kimdi? Numaralandırmaya olan naif merakımı mazur görürseniz, sanırım şunlardan her biri, ya da hepsiydi: Tartışmasız ‘78 devrimcisi abilerine aşık bi adamdı. O ilk başta gördüğünde yadırgadığı İspanyol paçalı, kendine ‘arkadaş’ diyen adamlar kalbinden hiç silinmedi, ve hatta denebilir ki, aşkın ve sokakların o coşkulu çocukları aklını yarım, kalbini ezik bırakıp bağzı atlara binip öylece gidiverdiler ve geride delirmemek için kendini paralamak

vicdan

ahlak üzerine çok şey söylenmiştir herhalde, ve ben bu konuda çok da düşünmüş bir kişi değilim. ama şunun farkına vardım: ahlakın olmadığı yerde politika da olmaz. vicdanın olmadığı yerde en doğru söz gevezeliğe dönüşüyor. further readings: 1. Ramonet, “Castro ile Söyleşi” 2. Yıldırım Türker’in tüm yazıları 3. ‘48 Elyazmaları’ndan ilgili bölümler 4. Orhan Kemal’den bir iki öykü vs…