birincisi, çocukluğumuzun gür bıyıklı aslan sosyal-demokratlarından ercan karakaş’ın kös kös chp’ye dönmesi, her seçim sonrası, her chp mağlubiyetinde, kollarını sıvalı poz veren o eski shp’lilerin oynadığı farsın sonunu işaretliyordu. o da belli ki ümidini kesmiş, yaş kemale ermeden bi işin ucunu tutayım, dedi.
diğeri, geçen gün tv’de gördüm, o anşı şanlı, son kırk yılın baba isimlerinden mümtaz soysal’ın şaşkın ve sesi titrek haliydi: askerler darbe yapmayı düşünebilir, ne var bunda, kötü birşey ama suç değil, diyordu. nerden nereye… yanında ise şimdinin liberal gevezelerinden, nihayet muktedirlerin gücünü arkasına almış biri bağıra çağıra konuşuyodu üstelik. eski mümtaz soysal olsa ona haddini bildirmez miydi?
bi yalçın küçük kaldı bağıran çağıran. o da cenaze namazı kılınan kemalizmin tabutunu sırtında taşıyor gururla… küçük biraz zamanlama hatası yapmadı mı sizce de?
bence herkes can dündar’ı can kulağıyla dinlemeli, ve mustafa’yı aklında değil kalbinde taşımaya razı olmalı…
Bu aralar “zinde kuvvet” lafını biraz sıkça kullanır oldum, düşününce biraz anlamlı da geldi. Aslında bununla demek istediğim “politik toplum”dan başka bir sey değil. Bilindiği gibi zinde kuvvet lafı 1960’ların siyasal jargonundan kalma. Belki geçmişi de vardır ama politikada etkili kesimleri, somut olarak da 60’ların Türkiyesinde ordu, gençlik, aydınlar ve belki o zaman için işçi sınıfının bir kesimini de ifade ediyor. Şimdi kimler bu zinde kuvvetler? Neyse… bu soru bi yana, siyaseti böyle düşünmek demokrasi dediğimiz şey her ne ise onun yarattığı bir ilüzyondan kurtarıyor bizi. Bu ilüzyon şudur: Her birey, belli bir toprağın üzerinde yaşamak yani varolmak nedeniyle otomatik olarak politik kabul edilir ve genel oy hakkı bu varsayımın en somut halidir. Elbette bireylerin politika yapma hakları bir sürü yasa ile mümkün kılınır ama bunun en çok göründüğü an elbette seçimlerdir. Bu esasında güçlü bir ilüzyondur çünkü, bir kere o ülkede yaşayan bir ...
Yorumlar